• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

İmtihan/Sınav Dünyasındayız

13 Eylül 2024
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

 

Yaşadığımız hayatta her gün bir olayla karşılaşıp görsellik hâkim olduğu için bizler, incelemeden araştırmadan söylenenlere bağımlı hâle geliyoruz/getiriliyoruz. İmtihan/sınav dünyasında olduğumuzu da unutuyoruz/unutturuluyoruz. Peygamber Efendimizin doğum ayı Rebiülevvel ayında oluşumuz Mevlid/Veladet kandili arifesinde olduğumuz halde Siyer bilgimizi de gözden geçirmiyoruz. Okuma alışkanlığı olmadığının mazeretine sığınıyoruz. Dünyevileşme hastalığı, refah/konfor düşkünlüğü de toplumumuzu çürüten bir başka hastalık. Resulullah Efendimizin yaşadığı bir olayın ışığında tefekkür edelim, bir “nefs muhasebesi” yapalım. Mâzeretlere sığınmayalım.

Cabir b. Abdullah’a ait bir kervanın Medine’ye Cuma vakti girişi üzerine Allah Resulünü hutbe verirken on iki erkek birkaç kadın dışında Resulullah camide yalnız bırakılıp bütün cemaat kervana koştu. Peygamber Efendimiz, kendisini yalnız bırakan bu insanları şöyle uyarıyordu. “Sizin için bundan böyle yoksulluktan korkmuyorum. Sizin için asıl korkum, tıpkı sizden öncekiler gibi dünyaya kapanmanızdan, onların mal yarıştırdığı gibi sizin de mal yarıştırmanızdan korkuyorum.” Allah Resulü bu olay üzerine “Eğer mescidde kimse kalmasaydı şu vadiyi ateş seli basardı. Müslümanların üzerine ateş yağardı” buyurmuşlardı. 

Peygamber Efendimizi çok üzen bir başka olay Huneyn seferinin ardından yaşanmıştı. Hevazin ganimetleri pay ediliyordu. Akra b.Habis ve Uyeyne b.Hısn gibi henüz Müslüman olmadığı halde Müslümanların saflarında yer alan bedevi liderlerinin kalplerini İslam’a ısındırmak için ganimetten fazla fazla pay verilmişti. Bu duruma itiraz eden Ensar’ı, “Onlar mal ile dönerken siz Allah’ın Resulüyle dönüyorsunuz” diyerek teskin etmişti Peygamberimiz. Bu esnada çok daha yakışıksız olaylar oldu. Peygamber Efendimiz, ganimet dağıtırken etrafına toplanan bir kısım aç gözlü insanlar onun orasını burasını çekiştirmeye başlamış, hatta bu itiş-kakış sonucunda elbisesi yırtılırken pelerini de omuzundan düşmüştü. Bu güruh, Allah Resulünü öylesine zor durumda bırakmışlardı ki, o kendine has haliyle “Elbisemi bırakın! Elbisemi bırakın!” diyordu. Daha da çirkin olanı, bu sırada söz konusu güruhun içinden birinin paylaşımın âdil olmadığını ifade ederek zalim bir kavme adalet öğreten Resulullah’a “Adil ol ey Muhammed” diye çıkışmasıydı. Bu terbiyesizlik Allah Resulünü öylesine kızdırmıştı ki, çok kızdığı ender zamanlarda kabaran alın damarı yine kabarmıştı. Allah Resulü, kendisine yapılanları İsrailoğulları’nın Hz. Musa’yla yaptıklarıyla kıyaslayacaktı: “Allah ve Resulü âdil olmasın da kim âdil olsun? Allah, Musa’ya rahmet etsin. Kendisine bundan fazla eziyet edildi, yine de sabretti.” 

Bugünkü dünyevileşme mantığıyla, kadim çağlardaki “ilkel” dünyevileşme mantığı arasında şaşılacak kadar benzerlik buluyoruz. Çünkü insanın tabiatı, zaafları, zamanın değişmesiyle değişmiyor. İnsanın hakikat karşısında aldığı tavırlar, genellikle aynı. Bizim “dünyevileşmiş tip” dediğimiz bu insanın bütün zamanlar ve mekanlarda bir tek dini vardır: Madde, para, ekonomi, şan, şöhret, makam ve mevki. Dünyevileşmiş çağdaş insan tipinin dini ekonomi, imanı para. Bir de buna belki magazin, futbol, bilgisayar-internet teknolojisi ilave edilebilir. Dünyevileşmiş tip, dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, davası varsa davasını her fırsatta paraya tahvil etmenin yollarını arar. Karun’laşmış bu tip, Müslüman olduğu zaman, “Allah rızası, hizmet, tebliğ, davet, ihlas, cihad, bereket, tekbir” gibi dinin kavramlarını kullanarak sömürür. Hepsinin de mantığı, ortak özelliği tek. Hepsi de tüketimi körükler, rantçıdır, menfaatlerini dinlerinden, imanlarından, ideolojilerinden önde tutarlar. Hepsi de menfaatleri neyi gerektiriyorsa o zaman her şey olurlar. Hepsi de iktidar ve güç odaklarının etrafında pervanedirler. Sabit çivileri olmadığı için daire de çizemezler. Her yerde oldukları için hiçbir yerde değiller. 

İster yozlaşma deyin ister dejenerasyon, ister dünyevileşme. Adını ne koyarsanız koyun “koruma barajları” açıldı. Önüne geleni sürüklüyor. Yalnız başımıza veremeyeceğimiz bir mücadele başladı. Derdi, sancısı, iç sızısı olan, kemiyete değil, keyfiyete bakan insanların bir araya geleceği, birbirine sahip çıkacağı bir mücadele. Müslümanlar sosyal medyayı kaybetti. Kıble ve camii merkezli hayat unutuldu/unutturuldu. Öncelikle devletin vermediği/veremediği hizmetleri vererek büyük bir boşluğu “Allah Rızası” için dolduran cemaatlerin de bozulması, millî eğitimin de bize ait olmayışı insanımızı çaresiz bıraktı. Edeb-hâyâ, sadelik, tabiilik, meşrû zemin, helal-haram, günah sevap hassasiyeti nerede kaldı? Sarsılan “aile depremi” kimin umurunda! İnternetin yıktığı yuvaları, yaşarken öksüz bırakılan yavruları, meşrûiyet kazandırılmaya çalışılan haramları, “kaçamak”ları, Dine uyma değil de dini kendine uydurmaya çalışan müçtehidleri(!) ne yapacağız? Uzayıp giden şans oyunları kuyruklarındaki insanlar kimin! İç dünyamıza, zihnimize, melekelerimize uyuşturucu zerk edilmiş de haberimiz mi yok? Herkes memnun, herkes hayatını yaşıyor. Evlerde bile ayrı kamplar kurulmuş. Necip Fazıl yaşasaydı “Ahşap Konak” piyesindeki üç kata dört, belki de beşinci katı ilave ederdi. Hassasiyetlerimiz, duygusallıklarımız, şefkat-merhamet, sevgi-saygı dolu dünyamız gitmiş, “robotlar dünyası”nın mekanik hayatı ikame edilmiş sanki. İnsanlar, “kablolu bir hayat”ın parçası. Meflüç hale gelmiş bir yapıyı ayakta tutmaya çalışıyoruz. Bütün bu yozlaşmaya iyi insanlar nasıl direnecek? Teslim olmadan, inandığını yaşayarak, çoluk-çocuğuna sahip çıkarak bu vartaları nasıl atlatacak? Elde kor taşımak bu olsa gerek. Ahlâk Allah’ın emri, peygamberinin kimliği olduğuna göre ahlâklı ecir kazanacak, ahlâksız da çok şey kaybedecektir. Öncelikli meselemiz de ahlâklı insan.

Secdedeki sıcaklığı duymayanların “gönül üşümeleri” ne ile ısınacak? Başka sığınak yok çünkü. Müslüman şahsiyeti-kimliği-kişiliği yerleştirilmeden, vahiyle inşa edilmeden, Peygamberimizi hayata taşımadan kurtuluş yok!

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Hoca

Sosyolojisi ve psikolojisi bozulan, bir su için adam öldüren, üç kuruş için herşeyi yapabilecek olan, fırsatçı ve vergi kaçakçısını yücelten bir toplum oluşturun sonra din, iman ile düzeltelim deyin. Artık kimse ile üç beş yakın hariç iletişim kurmuyorum herkes potansiyel psikopat görünümünde. Herkes barut fıçısı bir kıvılcım yetiyor o yüzden kimse ile polemiğe girmiyor mesafemi koruyorum. Emin olun 90 lar da bu kadar bozuk bir toplum yapımız ve ahlaki çöküntü yoktu.

Abdulaa

Ahlaktan bahsedenler sahih hadisleri okusun bakalım, ahlak örneği gerçekten örnek alınacak biri mi?
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23