• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Prof. Dr. Yusuf Özertürk
Prof. Dr. Yusuf Özertürk
TÜM YAZILARI

Fitne ve ıslâhı -2-

21 Temmuz 2024
A


Prof. Dr. Yusuf Özertürk İletişim:

Fitne sebepleri 

Fitnenin çok çeşitli sebepleri vardır. Özet olarak bazıları şöyle sıralanabilir:

1-NEFS-İ EMMAREYE (HEVÂYA) TÂBİ OLMA. 

 *Fitnelerin en önemli sebebi, insanın ‘nefs-i emmaresi’dir (doymayan egosu).                         

İnsan, Dünya’ya doğuştan haz (zevk)alma ve elem çekme özelliklerine sahib olarak gelir. Bu özelliklerinin bir kısmı hayvanlarda da vardır. Mesela: Yeme, içme, cinsi münasebetten zevk alma, hırs, inat, kıskançlık, rekabet, başkalarının elindekini alma, sahip olma arzusu gibi. Bir kısmı ise hayvanlarda bile yoktur. Mesela: Hiçbir şeye doymama (para, makam, şöhret, gençlik, güzellik vs.), yalan söyleme, aldatma, iftira atma, olayları çarpıtma, kin, garaz, intikam hissi, ihanet vs. gibi.                     

*İnsanın bu özellikleri, şayet terbiye edilip kontrol altına alınmazsa ve kendi haline bırakılırsa, insan, vahşi hayvanlardan daha vahşi zararlı bir mahluk haline gelir. Böyle bir insan/insanlar başkalarının haklarına tecavüz ederler. Dünya’da işlenen suçlar ciddi analiz edildiklerinde, altta yatan sebeblerin çoğunun bu terbiye edilmemiş (inançla, eğitimle) nefsanî arzu ve istekler (hevâ) olduğu ortaya çıkacaktır.                                 

*İşte bir insanda olan bu istekler, bir toplulukta, bir cemiyette, bir cemaatta, bir millette vs. de vardır. Bir insanın nefs-i emmaresi (kötülüklere iten nefis) olduğu gibi, bir topluluğun, cemiyetin, milletin vs. de nefs-i emmaresi vardır. Toplumun ekseriyeti nefs-i emmare’ye tabi olmuşsa, topluluğun nefs-i emmaresi ile baş etmek artık çok zordur. Böylesi toplumlar kötülük toplumu olurlar. (1)

-Peki böyle olunca ne olur?                      

-Olacak olan şudur: Arzu ve isteklerin tatmini için harekete geçilmesi. 

*Burada önemli olan bir gerçek vardır. O da; nefs-i emmarenin (hevâ) meşrû ihtiyaçları değil de, onun gayr-ı meşrû ihtirasını tatmin etmenin çok zor olduğu meselesidir. Zira dünyadaki imkânlar sınırsız değildir. Ancak adaletle hakperestane dağıtıldığı zaman, herkesin ihtiyacını karşılamaya yeter. Ama ihtirasların hududu yoktur. İhtirasların bu dünyada tatmini mümkün değildir. 

*İnsan cibillî olarak doyumsuzdur, mevcut imkânlar ihtirasları doyurmaya yetmez. İşte fitne de tam burada ortaya çıkıyor. ‘Sen yeme ben yiyeyim. O yemesin ikimiz yiyelim. Bu aptal cahil millet yemesin. Onların hakkı mı? biz güçlü devletiz, hiç bu imkânlar onlara bırakılabilir mi?’ gibi bildiğiniz ve hayal ettiğiniz ve de gerçek olayların şahitliğinde (hal-ü âlem), mevcut imkânları elde edip, ihtirasların bir kısmını tatmin uğruna canavar hayvanlara rahmet okuturcasına (belhûm edâll) insanlıktan sukut edip, Dünya cehenneme çevrilmiyor mu?

*Nefs-i emmare sahipleri güçleri ve imkânları nisbetinde (fert, topluluk, millet vs.) mevcut olan tatmin imkanlarını ele geçirmek için her türlü vasıtayı kullanacaklardır. Bugün Dünyada şahid olduğumuz, özelde, fertler arasındaki ihtilaflar, genelde de topluluklar, milletler arasındaki iktidar, menfaat, vs. paylaşım kavgaları, çıkarılan umûmi ve yerel savaşlar hep bu sebeplerden dolayı değil midir? Fitne, nefs-i emarenin tatminsizliğinden kaynaklanmaktadır.                                 Olay, ferdin ve milletin nefs-i emmaresinin tatmini hadisesidir… 

2-NİFAK

*Nifak, fıtrâtı bozmaktır (Allah’ın yarattığı tabiatı bozmaktır). Fıtrât bozulunca, anormal davranışlar kişinin tabiatı olmaya başlar. Fert artık kendine de yabancı olur ve labil bir ruh haline bürünür. 

*Nifak, bireysel ve toplumsal boyutta bir hastalıktır. Nifak, bireysel boyutta olursa, ferdi münâfıklığa götürür. Kendisiyle barışık olmayan insan, nifak hastalığına yakalanmıştır. O, artık huzursuzdur, hiçbir şeyden, memnun olmaz, tatmin olmaz ve hep halinden ve etrafından şikayet eder. Böyle bir ruh hali, kişiyi çift kişilikli yapar. Bir yanda kendi iç dünyası, diğer yanda dış alem. Kişi, iç alemindekileri dış aleme yansıttığında, zarar göreceğini bilirse, o zaman ikinci kişiliğini devreye sokar. Bu duruma ‘ikiyüzlülük- münâfıklık’ denir.        

*Münâfık, çift kişilikli halini o kadar tabiileştirmiştir ki, hiçbir davranışında dış aleme karşı bir anormallik göstermez. Mesela münâfık, çok rahat yalan söyleyebilir, yemin edebilir, iftira atabilir, vs. Münâfıklar, dalkavukluğu meslek edinmişlerdir. İnsanların ekseriyeti dalkavukları severler. Çünkü ekseri insan övülmekten hoşlanır. Münâfıklık her alanda olabilir (Din, siyaset, ekonomi, uluslararası, vs.). Münâfık, ‘Bukalemun gibidir’ her ortama, şarta kolaylıkla uyar, onu tanımak zordur. Bu yüzden münâfıklar rahatlıkla her gruba/topluluğa kolaylıkla girebilirler. Münâfıklar öyle rahat fitne atarlar ki, kimse kolay kolay bunu anlayamaz. 

*Nifak, toplumsal boyutta olursa, toplumsal münâfıklığa götürür. Münâfık grubun/ topluluğun fertleri münâfıkça davranışlarda bulunurlar ve ‘biz toplumun- milletin iyiliği için çalışıyoruz’ derler (2). Halbuki toplumu çürütmeye başlamışlardır. Ama insanların çoğu bunu anlamamış ve anlayamamıştır. 

*Nifak hastalığına toplumsal açıdan bakıldığında; Toplumda toplumun fertleri arasında samimi bir münasebet yoktur ve bir güven bunalımı vardır. Güvensizlik huzursuzluğa, birbirlerinden uzaklaşmaya ve neticede; ötekileşme ve düşmanlaşmaya götürür. Böylesi toplumlar, gerek içeriden, gerekse dışarıdan kışkırtmalara açık bir hale gelirler. 

Devam edecek…

(1): “O Hevâsını(nefs-i emmaresini) ilâh edinen kimseyi gördün mü? Artık ona Sen mi (Resûlum) vekil olacaksın?”(Furkân-43). 

(2): “İnsanlardan bazıları ‘Biz Allah’a ve Ahiret gününe inandık’ derler. Halbuki inanmış değillerdir”.                            

“Bunlar, Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar”.                     

“Kalplerinde hastalık (münâfıklık) vardır. Allah’da (Kur’ân’ı indirmekle, gerçekleri bildirmekle) hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemeye devam ettikleri için onlara acıklı bir azap vardır”.                         

“Kendilerine ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslâh edicileriz’ derler”.                              

“İyi bilin ki, asıl bozguncular kendileridir. Ama bunun farkında değildirler” (Bakara-8-12).    

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Nahit sazoglu

Ülkemizde ekonomik gelişmeler ancak demiryollarıyla olacaktır denizciligimizi devlet politikası yapmaliyiz tarım ve hayvancılıkimizi geliştirmeliyiz mesleki eğitim merkezi kurmaliyiz körfez ülkeleri ile bağlantı kurmaliyiz petrol şirketleri lastik şirketleri otomotiv şirketleri otobüs şirketleri cumhuriyet kurulduğundan bugüne kadar demiryollarini engellemişlerdir her ilimize hızli tren yapmaliyiz gizli dünya devleti BM NATO IMf dünya Bankası UNESCO İsrail'e çalışmaktadır rockfeller Rothschildler Yahudilerin lobisi siyonizmdir kökleri dışarda olan zararlı yapilar lions rotary kulüpleri mason locaları acilen İçişleri bakanlığı tarafından kapatilmali siyon protokolleri devam ediyor

Lafsen Edilenler mi Yaşantı mi

Şu ülkemin ,Allah'ı dilinden hiç düşürmeyen mütedeyinlerinin ekseriyetine bir bakın biriktirme yarışında en önde koşuyorlar. Biriktirdikçe daha da aç gözlülük artıyor mal ve servet üstüne mal ve servet koyma yarışındalar. Ülkeyi bu günkü haline getirenlerden parsa kapmak için yalakalıkta yarışıp bütün yanlışlar savunulur olundu. . Yalılar, villalar, arabalar çocuklara, yakınlara ballı çift maaşlı makamlar, mevkiler, holdingler ;inandıkları gibi yaşamak yerine nasılda veryansın ettiklerimiz kendi zıtlarımıza benzedik. Ölüm yokmuş gibi sınıf atlama yarışında millet perişan edildi. Hepimizin kabahati var. Hepimiz gelinen yerden sorumluyuz. Suçu başkalarına atma yerine bu saatten sonra zor ya kendimize bakmalıyız. İnandıgımız gibi yaşamayı karunlaştıktan sonra acaba başarabilir miyiz? Dile getirilenler ile yaşanılılanlar arasındaki uçurum gençlerin morel değerlerden uzaklaşmasına sebep olmaktadır.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23