Bu terör ve bölücülük döngüsüne mahkum muyuz?
CHP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde “Kent İttifakı” kurarak destek verdiği terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı DEM Parti’nin, Doğu ve Güneydoğu illeri ve bölge dışındaki bazı ilçelerde kazandığı belediyelerde yaşananlar, geçmişten hiç ders alınmadığını gösterdi.
DEM Partili belediye başkanlarının mazbata törenlerinde “Kaldırın şu P…lerin fotoğraflarını” denilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı ve mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafları devletin belediyelerinden indirildi.
Şu “ileri derecedeki sağlık sorunları” yüzünden cezaevinden tahliye edilen Ahmet Türk’ün başkan seçildiği Mardin Büyükşehir Belediye Meclisi’nin ilk toplantısında Türk Bayrağı salondan kaldırıldı, İstiklal Marşı’mızın okunması reddedildi.
DEM Partili Diyarbakır Bağlar Belediyesi, hiç vakit kaybetmeden kadın teröristlerin anısına heykel dikerek törenle açtı. DEM’li belediye başkanları ve parti yöneticileri, terörist mezarlarını ziyaret ederek çiçekler bıraktı.
Van Büyükşehir Belediyesi’nin kent meydanında düzenlediği konserde İsrail Bayrağı açıldığı belirtilerek yayınlanan görüntüler ise hepsine tuz biber oldu.
1984 yılından beri küresel çetenin kurgusuyla terör döngüsüne sokulan ülkemiz, on binlerce şehit vermesine, yüzlerce milyar dolar maddi zarara uğramasına rağmen bir türlü bu cenderenin içinden çıkacak tedbirleri hayata geçiremedi.
Buna gerekçe olarak bir sürü şey sayılabilir. Ama en önemlisi başta FETÖ ve benzeri yapıların devletin içine çöreklenerek oluşturduğu ihanet düzenidir…
Bunu hepimiz biliyoruz. Herkes ihanet olmasa bu işlerin buraya kadar gelemeyeceğini söylüyor. Atıyor, tutuyor. Ama kimse tedbir almayı düşünmüyor.
Son döneme ilişkin yaşananları hatırlayalım:
Anayasa Mahkemesi (AYM), HDP’ye karşı açılan kapatma davasını yıllardır sonuçlandırmadı. Bu yetmezmiş gibi HDP’ye verilecek olan Hazine yardımının blokajını kaldırıp milyar liranın üzerindeki bir kaynağı terör örgütünün siyasi uzantısına hediye etti…
Yüksek mahkeme üyeleri, babalarının parasıymış gibi, tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan bu devasa kaynağın devletin Hazinesi’nden alınıp HDP’ye boca edilmesi lehine oy kullandı…
Onlar da iyice cesaretlenerek sahaya indiler, terör örgütü sempatizanlarıyla birlikte çalışıp, önce bir sürü milletvekilliği, ardından yapılan yerel seçimlerde de belediye başkanlıkları kazandılar.
Seçimlere pek çok örgüt sempatizanı ve “PKK sizi tükürüğünde boğar!” diyen, örgütten hüküm giyip ceza yatmış Abdullah Zeydan gibi isimler katıldı. Başta Zeydan olmak üzere bazıları da seçimi kazandı. En başından memnu haklarla ilgili itiraz yapılmadığı için, seçimi kazanan Abdullah Zeydan’ın mazbatası geri alınmak istendi.
Sokağa dökülen DEM’liler ve PKK sempatizanları terör estirdi. Birilerinin görevini iyi yapmaması yüzünden devlet geri adım attı, Zeydan’ın mazbatası verildi. DEM’lilere ve PKK’lılara daha bir cesaret ve cüret geldi…
Ondan sonra da hepimizin gördüğü gibi Türk Bayrağı’na, İstiklal Marşı’na ve devletin birliğine, dirliğine yönelik hain saldırılar gelmeye başladı. Her gün de bunlara yenileri ekleniyor.
Tamam demokrasi var. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğüne, birliğine, Bayrağına, İstiklal Marşı’na garezi olanların, terör örgütü ile arasına mesafe koymayanların seçimlere girmesini önlemek bu kadar mı zor?
Adayların başvuruları YSK’ya ulaştığında, trafik polislerinin yol üzeri uygulamalarda yaptıkları gibi birkaç tuş hareketiyle adli sicil kaydına bakılamaz mı?
Bunun yanında sosyal medya hesaplarında daha önce yaptıkları paylaşımlar taranamaz mı? Bunları yapmak çok mu zor?
Ama görünmeyen kirli ve karanlık eller bunların yapılmasını önleyip, terör yandaşlarını ve bölücüleri ülkemizin başına bela etmeyi sürdürüyor…
Bu yüzden de terör döngüsü sürekli tekrarlanıp duruyor… Bıçak kemiğe dayandığında, Mehmetçiğimiz ve polislerimiz sahaya sürülüyor. Yüzlerce şehit kanı pahasına, onca yaralı ve gazi pahasına asayiş sağlanmaya çalışılıyor…
Ülkemiz sırf bu yüzden terörün kol gezdiği üçüncü dünya ülkesi görüntüsünden kurtulamıyor… Devletimiz iç olaylarla meşgul edilip bölgesindeki ve dünyadaki gelişmelere yeterince eğilemiyor. Huzur ve güven, vatandaşlarımıza haram ediliyor…
Terör örgütünün o zamanki uzantısının yine elindeki belediyeleri kullanarak ilan ettiği sözde “Öz Yönetimler” nedeniyle Temmuz 2015 tarihinde başlayan Hendek Olayları’nda, 859 güvenlik görevlimiz şehit oldu, 4 bin 711 güvenlik görevlimiz ise yaralandı. PKK terör örgütünün saldırılarında 335 vatandaşımız hayatını kaybederken, 2 bin 106 vatandaşımız da yaralandı.
Bu rakamlar, Uluslararası Af Örgütü’nün 6 Aralık 2016 tarihinde yayınladığı, “Yerinden Edilenler ve Mülksüzleştirilenler: Sur Sakinlerinin Evlerine Dönme Hakkı” başlıklı raporuna karşı, olaylara ilişkin olarak 23.01.2017 tarihinde ayrıntılı bir açıklama yapan İçişleri Bakanlığı’nın, resmi internet sitesinde yer verdiği kesin ve net veriler…
Bölücü terör örgütüne yönelik Hendek Operasyonlarında ele geçirilen 5 bin 500 silah, 652 bin mermi, 142,5 ton patlayıcı malzemesi ve 15 bine yakın bomba ise, ülkemizin kıyısından döndüğü uçurumun mahiyetini ortaya koymaya yeter sanırım.
“859 asker ve polisimiz şehit oldu. 4 bin 711’i ise yaralandı. 335 vatandaşımız hayatını kaybederken, 2 bin 106 vatandaşımız da yaralandı” demek, dile ne kadar kolay değil mi?
Oysa o şehitlerimizin, ölen vatandaşlarımızın arkalarında bıraktıkları anne babaları, eşleri, çocuklarının hayatları mahvoluyor. Bir yanları hep yarım kalıyor. Hayatlarına devam etmek için vermek zorunda kaldıkları mücadeleyi anlatacak sözü ise kimsenin bulabileceğini sanmıyorum.
Bütün bunların sebebi ise iç ve dış düşmanların, hainlerin yanında, halkın büyük bölümü geçim sıkıntısıyla boğuşurken, bu devletin dolgun maaşlar, ikramiyeler, makam arabaları, korumalar ve çoğumuzun bilmediği daha bir sürü maddi imkanları emrine verdiği yetkililerin ve siyasilerin işlerini gerektiği şekilde yapmamasıdır.
İşte işin en can alıcı tarafı da budur…