64’üncü yıl dönümünde 27 Mayıs 1960 darbesinin düşündürdükleri…
Bugün, Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamıyla sonuçlanan 27 Mayıs 1960 darbesinin 64’üncü yıldönümü… Bu vesileyle üç şehidimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum…
CHP tek parti iktidarı, bilindiği gibi 1941 yılında Arapça ezan yasağı başlatmış, Arapça ezan okuyanlara akla hayale gelmedik zulümler uygulanmıştı. O dönem, adeta adım adım İslamı yasaklamaya yönelik bir plan uygulanıyordu.
Fakat 1950 seçimlerinden yüzde 53 oyla birinci parti olarak çıkan Demokrat Parti hükümetinin Başbakanı Adnan Menderes, hükümeti kurar kurmaz ezanın yeniden Arapça okunmasını sağladı.
Menderes, bu hatasına bir de geri kalmışlığa mahkum edilmiş Türkiye’yi kısa sürede ayağa kaldıracak hamleleri ekleyince siyonist küresel çetenin hedefi haline geldi.
27 Mayıs sabahı TRT Radyosu’ndan okunan darbe bildirisiyle birlikte başlatılan tutuklamalarla, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri ve DP milletvekilleri, parti yöneticileri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada’ya götürüldü. Burada tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldı.
14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 11 ay 1 gün sürdü. 203 gün davalara bakıldı, 872 oturum yapıldı. 19 davaya bakıldı, 1068 tanık dinlendi ve yargılamalar hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihinde son buldu.
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, Adnan Menderes 17 Eylül 1961’de saat 13.30’da İmralı Adası’nda idam edildi.
İdamdan 9 gün sonra Menderes’in evine gidilerek evin kapısına idam hükmünün bir suretinin asılması ve idam edilirken kullanılan ip, idam gömleği, cellât, imam ve son gün yiyip içtiklerinin parasının eşi Berrin Menderes’ten tahsil edilmesi ise tarihimize sürülen kara lekenin üstüne eklenen başka bir kara lekeydi. Bu uygulama, tamamen dışarıdan dayatmaydı. Zira Türk tarihi boyunca, böyle bir uygulamaya rastlanmamıştır…
27 Mayıs Darbesi ile ilgili en ilginç detaylardan biri, ABD Rutgers Üniversitesi Siyasal Bilimler Profesör Yardımcısı ünvanıyla, 1959 yılında Türkiye’ye gelen genç akademisyen Walter F. Weiker’in durumudur. Walter F. Weiker, günümüzde bile ortalama Amerikan vatandaşları, Türkiye’nin yerini dünya haritasında gösteremezken, 1959 yılında kalkıp Türkiye’ye gelmiş, iki yıl kadar kalmış, darbe hazırlık dönemi, darbe dönemi ve darbe sonrası dönem ile ilgili topladığı bilgileri daha sonra kitaba dönüştürmüştür.
Türkiye tarihi ve politiği uzmanı olan Walter F. Weiker’in “1960 Türk İhtilali” kitabının yanı sıra, “Atatürk’ten Günümüze Türkiye’de Modernizasyon”, “Osmanlılar, Türkler ve Yahudi rejimi, Yahudilerin Türkiye’deki Tarihi” ve “İsrail’de Türkiyeli Yahudiler” gibi eserleri bulunuyor. Walter F. Weiker, ABD ve dünya politikalarına büyük etkisi bulunan Amerikan Yahudi Kongresi üyeliği ve Yahudi Kongresi New Jersey Bölge Başkanlığı görevini yürüttü.
2009 yılında yazdığım “Gladio” isimli kitabımdan yararlanarak genç bir Yahudi akademisyenin darbeyle ilginç bağlantısına ışık tutalım: Walter Weiker’in kitabına verdiği “1960 Türk İhtilali”, “The Turkish Revolution” ismi bile, 1960 darbesine ABD’nin yaklaşımını göstermesi açısından son derece ilgi çekici. Bunun yanında, Weiker’in, darbe hazırlıklarının yoğunlaştığı 1959 yılında Ankara’ya gelip, darbeden sonra 1961 Nisan’ında ayrılması da soru işaretleri oluşturuyor.
Walter Weiker, kitabında ABD resmi sözcüsü gibi konuşmuş. Adeta Sam Amca’nın tekil birinci şahıs olarak görüşlerini beyan etmesi şeklinde bir üslup kullanmış. Kitabından bazı pasajlar alarak değerlendirirsek, onun amacı hakkında daha iyi fikir sahibi olabiliriz:
S-193: “… Yakın geçmişte çeşitli çevrelere hakim olduğu anlaşılan görüşlerden biri de, ABD’nin müttefiklerinden birinin karşılaşacağı dahili güçlüklerin, mutlaka Rusların işine yarayacağı idi…”
Weiker, DP iktidarının özellikle son bir buçuk yılında meydana gelen siyasi gerginliklerin, ABD’nin, bir müttefikindeki istikrarsızlığın, Sovyet Rusya’nın elini güçlendirmesi tehlikesi karşısında, eli kolu bağlı beklemeyeceği yaklaşımıyla değerlendirildiğini anlatıyor.
S-194: “… Ne iyi ki, bazı endişelerin yersizliği, 27 Mayıs İhtilali’nin daha ilk saatlerinde, TSK’nın NATO’ya, CENTO’ya bağlı olduğunu, hiçbir tesir altında bulunmadığını bildirmesi ve Menderes’in devrilişini izleyen aylarda bütün sivil siyaset unsurlarının Kuzey (Rus) tehlikesi karşısında Türkiye’yi zayıflatabilecek herhangi bir şeye niyetleri olmadığını göstermeleriyle anlaşılmıştır…”
Ne kadar basit değil mi? ABD, Weiker’in satırlarına yüklediği ifadelerle, Türkiye’nin başına kim gelirse gelsin, kendi global ve stratejik politikalarına paralel yaklaşımlar sergilemesi halinde, onunla seve seve çalışabileceğini bundan daha açık ifade edemezdi herhalde.
S-196: “… Kalkınmanın en iyi şekilde başarılması için planlamanın şart olduğu bir çağda, Türkiye Menderes rejimi döneminde plansız kalmıştır. Türk hükümeti, ancak IMF yoluyla, o da ABD’nin güçlü desteği sayesinde 1958’de nihayet stabilizasyon planını kabule ikna edilebilmişti …”
Walter Weiker, kitabında yer verdiği bu ifadelerle, adeta ABD’nin iş başına getirdiği bir yönetimin, becereksiz ve basiretsiz politikalarla, ABD’nin verdiği ya da kefil olduğu yardımları çarçur ettiğini belirterek, iş başından uzaklaştırılan Menderes hükümetinin başına gelenleri hak ettiğini anlatmaya çalışıyor.
S-197: “… Kabul etmek gerekir ki ABD, askeri idarelerin iktidarı, demokratik seçimle iş başına gelmiş hükümetlerin elinden zorla almasını hoş karşılamaz. Buna rağmen birçok durumlarda, ABD böyle bir şeyi ya önlemeye muvaffak olamamış, ya da askeri rejimlerin iş başına gelmesini bazı hallerde, mesela demokratik olmayan bir hükümetin devrilişinde daha tercih edilir saymıştır…”
Bay Weiker’in şu ifadelerine bakar mısınız? ABD adına, ABD hükümetinin ödeneğiyle Ankara’ya gelip darbe süreci boyunca titiz araştırmalarda bulunan Walter Weiker, kitabının son bölümlerinde, oldukça veciz ifadelerle, Türk subaylarına hangi durumlarda darbe yaparlarsa ABD’nin kendileri ile çalışabileceğini tarif etmiş…
Ya işte böyle… 1960 darbesinin üzerinden 64 yıl geçmesine rağmen ne siyonist küresel güçler, ne ABD, ne de ABD ve küresel güçlerin dünyanın her yerinde kendilerine bağlı grupları kullanma tarzlarında bir değişiklik yok…
Onlardan ve bütün şeytani güçlerden ülkemizi ve milletimizi koruması için Allah’a sığınıyoruz.