Siyaset ve babamın vasiyet gibi sözü
“Bin işçiye, bir başçı”
“Ver ekmeği ekmekçiye, yerse yarısını yesin” (İki Atasözü)
İnsan, bu dünya mahlûkatının bütününden üstün kılınmış; iyilik için yüce değerlerle yaratılmış; bu geçici imtihan dünyasında da, ilahi din İslam’ın iman ve ahlakıyla donatılmış; yüce değerler sistemiyle her tür kötülüklerden uzak, iyilikler için şehadete hazırlanmış; bu değerlere ve sorumluluğuna talip olmuştur. Özellikle her nimet bir külfet karşılığı olduğu halde, insana fazladan verilen bu değerlerin, sorumlulukların yerine getirilip, getirilmediğinin imtihanı yapılmaktadır. Aklın, iradenin gereği iyiliği seçmektir.
Bu dünya imtihanı, çıkar kaygısından uzak, dürüstlük, iyi niyet ve samimiyet imtihanıdır. Sonuçta bu imtihanı iyi niyetliler ve iyi niyetlilerle beraber olanların, köle Bilal-i Habeşi’nin kazanacağını; güç ve kuvvet sahibi Firavun, Neron, Hitler’in kaybedenlerden olduklarını insanlık tarihi birçok örnekle gösteriyor. Zulme uğratıldığı için ağlayan bir çocuğun gözyaşı, zulmün sahibi zalimi bütün etrafıyla perişan edecek kadar güçlüdür.
İnsani yüceliğin en kısa tariflerinden biri, “İnsan siyasi bir canlıdır” der. Paketleri fabrikadan kamyona taşıyan işçilerin başındaki iman ve basiret sahibi bir Anadolu insanı, sık sık “Evladım paketleri siyasetle al, siyasetle koy!” diyor; siyasetle alıp koyma ise, “Paketleri parçalayıp dağıtmadan en güzel bir şekilde alıp götürmek, orada da güzel bir şekilde yerleştirmektir” ifadesi, siyaseti uygulaması ve önemiyle birlikte anlatan güzel bir tariftir.
Dokuz kişiye yetkilerini dağıtarak Devlet Başkanlığı yapacağını vadeden kimseler, bunun imkânsızlığını bilerek söyledikleri için bir çözümleri vardır. On altı milletvekilini başka bir partiye devretmeleri de, aynı şekilde olmayacağını bilerek yaptıkları için, kimsenin bilmediği kendilerinin bildiği bir çözüm vardır. Senelere kök salan, aylarca anlaşmalarla, hayallerle inşa edilen bu “Dokuz kişilik hayali çatıyı” dıştan içten desteklere rağmen, benim tahminim bu aziz millet binde 999 silecektir. Binde bir ihtimal gerçekleşirse, hiç düşünmek istemediğim bir konudur.
Gelelim babamın siyaset ve bu aziz milletin önemini gösteren sözlerine. Bu sözler babamın olduğu kadar, bütün ömrünü ilim öğrenmeye ve kötülükle mücadeleye adayan bir Osmanlı ulemasının tavsiyesidir. Babam üç yıl Osmaniye, dört yıl Maraş, beş yıl da Konya Medreselerinde okuyarak mezun oluyor. Oradan da İstanbul Medresesine geçerek 6 sene okuyor. Mezunlardan isteyen Kadı; isteyen Müftü oluyor. Babam Müftülüğü seçiyor.
Son yaşlarında, bir vaazından hükumeti tenkit etti şikâyetiyle 40 gün hapiste yatıyor ve orada hastalanıyor. Sonunda berat ediyor ama hastalığı da ilerliyor.
O yıllarda ben ilkokuldayım. İstanbul’da fakülteden mezun olan Abdulbaki ağabeyim, babama bakayım diye görev almayıp köye geldi. Birkaç ay babama baktı. İşlerle uğraştı. Askere aldılar. Ali Ağabeyim, fakülteyi bırakıp geldi. Birkaç ay sonra onu da askere aldılar.
Sene 1946, Osman Nuri Ağabeyim İstanbul’da lise son sınıftaydı, okulunu bırakıp geldi. O sırada Demokrat Parti kurulmuştu. Parti başkanlığı teklifiyle geldiler. “Babama bakayım, diye okulumu bıraktım. Olamam” dedi. 5-10 gün sonra daha kalabalık bir grup geldi ve anlattılar. O zaman babam, ağabeyime uzun bir dua etti, hasta babaya bakmanın öneminden başlayıp, okulunu son sınıfında bırakmaya varan fedakârlıklarla bu göreve koşmanın önemine dikkat çektikten sonra, “Bütün önemine rağmen Allah bilir ama bu aziz ümmetin, milletin yönetimini iyileştirmeye hizmet, hasta babaya hizmetten de daha efdaldir.”