• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Halit Kanak
Halit Kanak
TÜM YAZILARI

Ad gününde Sûltân 2. Abdülhamid Hân (Doğum 21 Eylül 1842)

21 Eylül 2024
A


Halit Kanak İletişim:

Pür-şeref pür-mes‘adet pür-şevktir ziyâ bugün

Çerha istifnânmadır arz bî-pervaâ bugün

Matla‘ şevkten oldu pertev efza-yı tulû‘ 

Hazret-i Sultan Hamid Saltanat-Pîrâ bugün…

Yukarıdaki dörtlük; Berât Gecesinin ertesi günü Şaban Ayının 16’sına denk düşen 21 Eylül 1842 tarihinde Çırağan Sarayında Sultan Abdülmecid’in ikinci oğlu olarak dünyaya teşrif eden II. Abdülhamid için yapılan doğum günü kutlamaları çerçevesinde eli kalem tutanların Saray’a sunduğu 500’ün üzerinde şiirlerden birine aittir. Ayrıca 100’lerce kişi, bu önemli gün için tarihe not düşürmüş, önemli camiler kandillerle süslenmiş, donanma şenliği ilân edilmişti. 

Çerkezlerin Şapsığ kabilesinden olan Tiri-Müjgan Kadınefendi’den dünyaya teşrif eden ve kulaklarına okunan ezan ve selâ ile beraber adı Abdülhamid konulan bu şehzâde’nin doğum müjdesi atılan beş pare top atışıyla İstanbul halkına duyurulmuştu. Ayrıca ileride dört oğlu da tahta geçecek olan babası Sûltân Abdülmecid Hân, fakir-fûkarayı doyurmuş, sadakalar dağıtmıştı.

Küçük Abdülhamid çok özel bir eğitime tâbi tutularak yetiştirilmiş, 1876 yılında ağabeyi V. Murad’ın yerine tahta geçmişti. Ancak tahta geçtikten sonrada doğum günü kutlamaları her yıl Hicrî takvime göre Şaban Ayı’nın 16’sında kutlanmış ve kesintisiz olarak genişleyerek devam etmişti.

Bu işle ilgili protokol görevlileri tarafından doğum gününden birkaç gün önce Sadâret’ten Saray’a gönderdikleri yazı ile kutlama etkinliklerinin nasıl yapılacağı konusunda bilgi verilirdi. Buna göre resmî tebrik merâsimi nerede ve nasıl yapılacağı, top atışlarının ve şenliklerin yapılacağı mekânlar, görevlendirilen kişilerin isimleri ve görevleri tek tek yazılır, ardından gazeteler vâsıtasıyla halka duyurulmak sûretiyle kutlama törenleri icrâ edilirdi. 

Çok ince detaylarla planlanan bu proğramlar için Sûltân Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu, Yıldız Sarayı’nda tebrik merasiminin ve kutlamaların nasıl yapıldığı konusunda verdiği bilgilerle günümüze ışık tutmuş, kaleminden kısa notlar; “Cülus (tahta çıkış yıldönümü) ve velâdet (doğum) günü ve akşamı babam pek erken Büyük Mâbeyn-i Hümayun’a çıkar, genelde akşama kadar gelen vükelâ, vüzera, müşirler ve ecnebi sefirlerin tebriklerini kabul ederdi. 

O gün; Hânedan ve Saray mensupları olarak hepimiz uzun etekli güzel tuvaletlerimizi giyer, bütün nişanlarımızı takar, Büyük Salon’a gidip Padişaha arz-ı tebrikte bulunurduk. Sarayın bahçesinde, dairelerimizin önünü fener ve bayraklarla donatır, kapıların üzerine “Padişahım çok yaşa” levhalarını asardık… vs.” şeklinde yansımıştır.

Ayrıca; belirli mevkilerden öğle ezanı vakti yirmi bir pare top atışı yapıldığı gibi, diğer vilayetlerde ne zaman ne kadar top atışı yapılacağı belirlenerek ilgili âmirliklere duyurulurdu. Bunlardan başka; sarayların, konakların, devlet dairelerinin bayraklarla süslenerek kandiller ve fenerlerle aydınlatılması; çeşitli yerlere “Padişahım Uzun Yaşa!” levhalarının asılması ve Yıldız Sarayı ile etrafındaki bahçelerin aydınlatılması ve süslenmesi işleri yapılırdı. 

Bu kutlamalar çoğu zaman devlet sınırlarını aşar, Güney Afrika ve Hindistan gibi Müslümanların yaşadığı uzak yerlerde bile aksatmadan yapılır, hilâfet makamına gösterilen hürmete bağlı olarakda tâ oralardan kutlama mesajları gönderilirdi. Doğum günü kutlamaları vesilesiyle de Devlet-i Âliye’nin o topraklarla olan sosyal, kültürel ve gönül bağı devam ederdi.

Abdülhamid Hân, hakkındaki “Kızıl Sultan” gibi haksız ve yersiz yakıştırmaların aksine  ülkesinin hemen her alanda modernleşmesi, gelişmesi için birçok girişimde bulunmuş, neredeyse hayatının bir parçası olan Yıldız Sarayı’ndan hiç çıkmadan bir “Efsâne” haline gelmeyi, “Görünmeden görünmek” şeklinde ifade edilen bu durumunu uzun yıllar korumayı başarmıştı.

Göreve geldiği tarihten vefâtına kadar yaptıkları ve vefâtından sonra geride çok büyük bayındırlık ve kültür eserleri bırakması O’nun hakkında fikir edinmemize yardımcı olmuştur. 

Yazmıştık… Yine yazalım. Yüzlerce sanâyî, şose yol, demiryolu, birçok fabrika, postahane, binlerce kilometre telgraf hatları, Hamidiye Su Tesisleri, ziraat ve ticaret odaları, bütün araç ve gereçleri ile birlikte belediye teşkilatları onun eseridir. Yine; başta İstanbul olmak üzere Selânik, Beyrut gibi pek çok şehirde önce atlı, sonra elektrikli tramvaylar yaptıran devlet başkanı odur. 

İleri görüşlülüğü ile Çanakkale Boğazındaki kaleleri güçlü bir şekilde tahkim ettirdiği için Çanakkale geçilememiştir. Pek çok müze ve kütüphâne kurdurarak bunların örnek teşkil edecek şekilde kataloğunu yaptıran yine o dur. Osmanlı girişimciliğini ve yerli sermayeyi güçlendirmek, ihracâtı artırmak, üretim yapısını Avrupa ile yarışır hale getirmek amacıyla İstanbul Ticaret Odası’nı da o kurmuştur.

 Muhalifleri bile onun kurduğu yüksekokullarda okuyarak aydınlanmışlardır. Mekteb-i Mülkiyye-i Şahâne adı altında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni, Mekteb-i Tıbbîye-i Şahâne adıyla Tıp Fakültesini, içinde fen fakültesi, edebiyat fakültesi ve hukuk fakültesini barındıran Mekteb-i Hukuk-i Şahâne’yi, Mekteb-i Şahâne-i Hendese-i Mülkiye adıyla Teknik Üniversite’yi, Mekteb-i Şahâne-i Sanayî-i Nefise adıyla Güzel Sanatlar Akademisi’ni kurduğu gibi; Yüksek Ticaret Mektebi, Yüksek Muallim Mektebi, Lisân Mektebi, Halkalı Yüksek Ziraat ve Baytar Mektebi, Deniz Ticaret Mektebi, Orman ve Mâden Mektebi gibi okulları da birbiri ardına açarak yüz binlerin eğitim görmesini sağlamıştır. 

Zâten her sancak merkezinde birer idâdi (lise), her kazâ merkezinde birer rüşdüyye (ortaokul) ile binlerce ilkokul açmıştı. Yetmemiş; ayrıca çok sayıda kız ve erkek sanayiî mektepleri, muallim ve muallime mektepleri ile sağır-dilsiz ve kör mekteplerini hayata geçirmişti. Yine döneminde binlerce öğrenci tahsil için Avrupa’ya gönderilmiş, bütün masrafları devlet tarafından karşılanmıştır. 

 23 Aralık 1876’da ilk Devlet Anayasası olan Kanuni Esâsi’yi ilân ettirdiği gibi, 1895 yılında yine onun fermânıyla 27 dönüm üzerine yaşlı ve bakıma muhtaç insanlar için Dârülaceze hayata geçirilmiştir.. İlk deniz müzesi de onun döneminde açıldı. Hatta Türk topraklarındaki hâlen hizmet veren ilk çocuk Hastanesi Hamidiye Şişli Etfal Hastanesini henüz 8 aylıkken vefât eden kızı Hatice Sûltân’ın anısına o yaptırmıştır. 

Yaptığı büyük hizmetlerden birisi de, İstanbul’dan kalkan bir trenin üç gün içerisinde Medine-i Münevvere’ye ulaştığı Hicaz Demiryolu projesini hayata geçirmesi olmuştur. Yine onun emriyle Ravza-ı Mutahhara ve Medine elektrikle donatılarak aydınlanması sağlanmıştır. Ayrıca Sirkeci Garı ile bir sanat eseri olan Haydarpaşa Garı’nı da yine o yaptırmıştır. 

 Türklük şuuruna sahip olması sebebiyle, İslâm cemaatleri içinde en güvendiği unsur da Türklerdi. Bu yüzden dış Türklerle yakından ilgilendi. Daha saltanatının ilk yıllarında Buharalı büyük Türk âlimi Sultanahmet’teki Özbekler Tekkesinin Şeyhi Şeyh Süleyman Efendi’yi resmî vazife ile 1876 yılında Türkistan’a (Orta Asya’ya) gönderdi. Yine Macaristan-Peşte’de 1877 yılında toplanan Turan Kongresi’nde de Türk Hâkânı’nı yine Süleyman Efendi temsil etmişti. 

 Devletin resmî dilinin Farsça olduğunu söyleyerek Tebriz’de Türkçe eğitimi yasaklayan İran Şâh’ına Türk Hâkân’ı bu konuda rahatsızlığını en sert şekilde dile getirerek Türkçe’nin yeniden öğretim dili olmasını sağlamıştı. Bundan dolayı, bugün o bölgede Türkçe konuşulmasında onun payı büyüktür. 

Saray bahçelerinin muhafazası için tüfekli Arnavut birlikleri nöbet tutsa da, kendi hayatını kendisinin de mensubu olduğu Oğuz’un Kayı Boyu’nun Karakeçili Aşiretinin Türkmenlerine emânet etmiştir. “Öz hemşerilerim” dediği Karakeçili aşiretinden iki yüz kişilik bir Söğüt’lü Mâiyet Bölüğü kurdu. Yakın korumaları bu Türkmenler olduğu gibi, yatak odasının kapısında yatan yüzbaşı da mutlaka Karakeçili idi. 

 Öte yandan, Söğüt’ü imar etti; buradaki Osmanlı Devleti’nin kurucuları başta Ertuğrul Gâzi olmak üzere Türk büyüklerinin türbe ve mezarlarını tamir ettirdi.

Halkın refah içerisinde yaşamasına önem veren cömert, şefkatli, hayırsever bir kişiliğe sahipti. Din ayrımı gözetmeksizin yoksullara yardım ederdi. Onlar için hayır hasenatta bulunurdu. Haliç’in iki tarafında oturan yoksul mahallelere çeşmeler ile su hazneleri ve kanalizasyonlar yaptırmış, kendi kesesinden listesi sayfalar dolusu tutacak hayır eserlerinin birçoğu günümüze kadar gelmiştir.

 Okumayı çok sever, Avrupa’da çıkan bütün gazeteleri tercümanları vâsıtasıyla tercüme ettirerek ya okur ya da okutturup dinler böylece Avrupa’yı yakından takip ederdi. İtalyan Rönesans hareketinin önemli simâlarından Niccolò di Bernardo dei Machiavelli’in yazdığı “Hükümdar” adlı kitabı tercüme ettirerek bizzat okumuş, hatta “Sherlock Holmes” romanlarını okuduğu gibi bu polisiye kitapların yazarı Sir Arthur Conen Doyle’yi sarayında kabûl ederek görüşmüştü.

Oldukça enerjikti… Sabah erken saatlerde başladığı mesâisine, yılmadan-yorulmadan gece geç vakitlere kadar devam ederdi. İslâm Halife’si olduğunu hiç unutmaz, Orta Afrika devletlerinden, Çin’in en ücra diyarlarına kadar nerede Müslüman varsa onunla ilgilenir, zaman zaman onların temsilcilerini dâvet ederek dinler, meselelerini halletmeye çalışırdı. 

Kırgız, Kalmuk, Türkmen, Kaşgar Türklerinin temsilcileri ile Kafkaslardan Balkanlar’a, Afrika içlerinden Tataristan’a, Açe ve Hindistan’dan Fas’a kadar diğer bütün Türk ve İslâm Coğrafyasının temsilcileri sarayda eksik olmazdı. 

Güney Afrika ve Japonya gibi uzak ülkelere din âlimleri göndererek İslâmiyet’in oralarda da yayılması için çalıştı. Abdülhamid’in Çin’deki tesiri o kadar büyük oldu ki, Pekin’de onun adına bir İslâm üniversitesi açıldı ve kapısında Türk bayrağı dalgalandı. (Dar'ul Ulum'il Hamidiyye = Hamidiye Üniversitesi)

 Hele hac zamanı dünyanın dört bir tarafından gelen hacı adaylarının iâşe ve harcırahlarıyla yakından ilgilenir, onların gemilerle Cidde’ye taşınmasını sağlardı. 

 Teknolojik gelişmeleri takip eder, faydalı olanları uygulardı. Tıpkı ülkenin her tarafına telsiz-telgraf istasyonları kurdurduğu gibi… Hatta Antalya/Kaş-Patara, Trablusgarp-Derne arasında deniz aşırı kurdurduğu telsiz istasyonu Libya savunmasında Enver Paşa tarafından başarıyla kullanılırken İtalyanlar tarafından bombalanmıştı.

İstanbul’a gelen yabancı hükümdarları, komutanları, prensler ve devlet adamlarını misafir eder, onlara Türk Süvâri Birliklerinin dillere destan gösterilerini izlettirmeden göndermezdi.

Sultan II. Abdülhamid, 93 harbinde yorgun düşmüş Balkanlar’ı, bir nebze de olsa rahatlatabilmek için sosyal ve iktisadi alanlarda büyük projeler hayata geçirmişti. Hükûmet konaklarından modern okullara, kışlalardan sanayi kuruluşlarına, demiryollarından hastanelere pek çok eserle Balkanlar’ı mamur eden II. Abdülhamid Han, hayata geçirdiği projeleri takip edilebilmek için fotoğrafçılığı kullanmıştı. 

Ülke sınırları dâhilinde çektirdiği 36.585 adet fotoğraftan oluşan 900 civarındaki albüm, imâri konularda önemli bir veri tabanı oluşturmuştu. Döneminin en geniş görsel arşivi olan bu albümler İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi tarafından koruma altına alınmıştır.

 Kindar değildi. Kan dökmeyi asla sevmezdi. Kendisine düşmanlıkta sınır tanımayan azılı insanların dâhi rızıklarını düşünür, bol maaş vererek sürgüne gönderirdi. Hatta kendisini öldürtmek için Ermeni Hınçak Partisi’nin para karşılığı Yıldız Camii’nde bombalı suikast yaptırttığı Belçikalı terörist Edwart Jorris’i bile affedip ülkesine göndermişti. 

 Abdülhamid Hân’ın yaşadığı ve üzerinde etki bıraktığı amcası Sûltân Aziz’in öldürülmesi, ağabeyi Sûltân Murad’ın aklını kaybetmesi, 93 harbi dediğimiz 1877/78 Rus savaşı hezimeti, Ali Suâvi’nin darbe girişimi ve uğradığı suikastlara, içte ve dışta dönen entrikalara ve saldırılara rağmen görevde kaldığı uzun süre içerisinde ülke için yaptıkları takdire şâyândır.

Bu süre içerisinde takip ettiği dış politikanın çok mükemmel olduğunu, yeni Müslüman olan kimseler için “Türk” oldu diyerek kinini kusan Avrupa devletleri tarafından eleştirilmesinden anlıyoruz. 

 Çünkü onlar kendi çıkarlarına ters düşen her şeyi eleştirir, her seferinde kendilerini atlatan ve istediklerini yaptıramadıkları Abdülhamid Hân’a tenkitler yöneltir, Türkiye içerisindeki beslemelerinin de bu şekilde hareket etmesini sağlarlardı. (Günümüzde olduğu gibi.)

 Bu dış siyasetindeki başarısı; Rusya ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Balkanlar için bir araya gelmesine fırsat vermediği gibi, Almanya’yı kazanarak İngiltere tarafından ülkesinin yutulmasını önlemiştir.

Sultân Abdülhamid Hân, 23 Temmuz 1908'de ikinci meşrûtiyeti ilân etmiş, seçimleri yaptırmış, tam işler yoluna girdi derken, derin derin çalışan İngilizler Mithat Paşa kırıntılarını yeniden sahneye çıkarmıştı. Sultân Abdülhamid Hân'ı, bu kez de Meclisi açarak İslâm Halifesine yakışmayan bir şekilde Hristiyanlara özendiği yolunda propagandalarla halkı sokağa dökmüş, güyâ isyanı bastırmaya Selânik’ten gelen hareket ordusu Abdülhamid Hân’ı yönetimden uzaklaştırarak Selânik’e sürgüne göndermişti.

 Böylece; 21 Eylül 1842 yılında doğan, 31 Ağustos 1876’da tahta geçtikten sonra 32 yıl, 7 ay, 27 gün görev yapan Sûltân Abdülhamid Hân komplo kurularak tarihe 31 Mart vakâsı olarak geçen bir darbeyle 27 Nisan 1909’da tahttan indirilince bir devir de kapanmış oldu. Ruhu şâd olsun...

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23