• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Halit Kanak
Halit Kanak
TÜM YAZILARI

15 Eylül 1882 İngilizlerin Mısır’ı işgâli ve Sûltân II. Abdülhamid’in İngilizlerle dansı

14 Eylül 2024
A


Halit Kanak İletişim:

Mısır Hidiv’i İsmâil Paşa Sûltân Abdülaziz’den kopardığı hâricî devletlerden borçlanabilme iznini alabildiğince istismar etmiş, bu nedenle borç 10 yıl içerisinde, çok büyük bölümü Fransa ve İngiltere’ye olmak üzere 105 milyon İngiliz altınını bularak gırtlağa dayanmıştı. 

Hidiv İsmâil Paşa borç yükünü hafifletmek maksadıyla Kasım 1875 yılında kendisine ait çok kıymetli Süveyş Kanalı tahvillerini satışa çıkardı. Bu tahvilleri kim satın alırsa Kanal üzerinde söz sahibi olacağı ve dolayısıyla çok stratejik bir bölgeyi elinde tutacağı için Fransa büyük bir sömürgeci iştahıyla tahvillere talip olduğunu bildirdi.

Ancak 1874 Şubatında İngiltere de Başbakanlık koltuğuna oturan Benjamin Disraeli “parayı veren düdüğü çalar” kurnazlığı ile atik davranmış ve el çabukluğu maharetini kullanarak, başta 17 sene önce yine Türk Devleti olan Bâbür İmparatorluğunu yıkarak sömürgesi haline getirdiği Hindistan’ın zengin kaynaklarından elde ettiği hazinesinden yaptığı peşin ödemeyle tahvilleri eline geçirmişti.

Ancak tahvillerin satılması da borçların ödenmesine çözüm olmadı. Bir müddet sonra da fâizler bile ödenemez hâle geldi. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa hem Kâhire’yi, hem de bağlı olduğu İstanbul’u sıkıştırmaya başladı. Bu arada 31 Ağustos 1876’da Osmanlı Tahtına Sûltân 2. Abdülhamid geçmişti. Borçla devraldığı ülkede bu tâcizlere mârûz kalmaya başlamıştı bile. 

İngiltere ve Fransa’nın bu sıkıştırmalarından maksat 1853/56 Kırım Savaşı’nda Türk Devletine yaptıkları yardım nedeniyle borçlandırdıkları Bâb-ı Âli’den Mısır’ı koparmaktı. Bu arada Rusya da, yönetim değişikliğinden faydalanarak Osmanlı Devletinden özellikle Balkanlar’dan toprak koparmak istiyor, esas amacı olan boğazları ele geçirerek sıcak denizlere inme politikasını gizlemeye çalışıyordu.

Rusya hemen harekete geçerek İngiltere’ye, ilk defa “Hasta Adam” tabirini kullanarak Osmanlı topraklarını paylaşmayı teklif etti. Ancak İngiltere, Rusya’nın sıcak denizlere inme endişesine kapılarak bu teklifi reddetti. Rusya buna rağmen Balkanlar’da küçük bir kasaba olan Nikşik’in kendisine verilmediğini sözde bahane ederek, aleyhimize felâketle bitecek olan meşhûr 1877/78 (93) harbini başlatmış oldu. 

Hazırlıksız yakalanmış; Plevne’de, Şıpka Geçidinde büyük kahramanlıklarımıza rağmen tutunamamıştık. Edirne Mütarekesi ile ellerini-kollarını sallayarak Yeşilköy’e kadar gelen Ruslarla yaptığımız Ayestefonas Anlaşması ile yıkım yaşadık. Sûltân II. Abdülhamid’in manevrası ile Ruslarla yeniden Ayestefanos’u rafa kaldıran yıkımın az daha hafif olanı 13 Temmuz 1878 Berlin Anlaşmasını imzalamıştık. 

Berlin’de yeniden masaya oturulması ve anlaşma masasında bizi desteklemesi karşılığında ise Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak İngilizlere bıraktık. İngilizler; Süveyş üzerinden Hindistan yolunu emniyete almak için, Berlin Anlaşması ile Ruslara bıraktığımız Kars, Ardahan, Batum’un Ruslar tarafından boşaltılmasından sonra devretmek şartıyla Kıbrıs’a yerleştiler. 

(Enver Paşa’nın 1. Dünya Savaşında Oltu, Olur, Kars, Ardahan, Batum’u Ruslardan kurtarmasına, hatta Rusları bütün Kafkaslar’dan temizleyerek Bakü’ye girmesine rağmen İngilizler sözlerinde durmayarak Kıbrıs’ı iâde etmediler. Nihayet 24 Temmuz 1923’te Lozan Anlaşmasının 20. maddesiyle Kıbrıs’tan tamamen vazgeçtiğimizi bildirdik. Madde 20: Türkiye, İngiltere Hükümetince Kıbrıs'ın 5 Kasım 1914'te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir.)

İngilizlerin Kıbrıs’a yerleşmeleri Mısır için büyük avantaj yakalamalarını sağladı ve Mısır Hidîv’i İsmâil Paşa’ya alacaklarını tahsil için baskıyı artırdılar. İsmâil Paşa baskılara dayanamadı ve kabinesindeki maliye bakanlığını İngilizlere, bayındırlık bakanlığını Fransızlara verdi.

İngiliz ve Fransız bakanlar ilk iş olarak mâliye yükünü azaltmak gâyesiyle 30 bin mevcutlu orduyu 11 bin mevcuda indirme, 2.500 subayı da emekli etme kararı aldılar. Bu ordu İsmâil Paşa’nın Sûltân Abdülaziz’den aldığı fermanla sayısını 30 bine çıkarmış, üstelik 1877/78 Rus savaşında cephede kahramanlıklar göstermişti. Sayısının azaltılması ve 2.500 subayın emekli edilmesi halkta hoşnutsuzluğa sebebiyet verdi.

Bu hoşnutsuzluğu gidermek için zâten Mısır Kabinesine İngiliz ve Fransız bakanların atanmasına içerleyen 2. Abdülhamid; 14 yıl, 6 ay, 7 gün görev yapan Hidiv İsmâil Paşa’yı 25 Temmuz 1879’da görevden aldı. İstanbul’da ikâmet etmesine izin verdi. (Paşa, 2 Mart 1895’te burada vefât edecektir.) Yerine 28 Mayıs 1866’da Sûltân Abdülaziz tarafından yayımlanan verâset fermanı gereği 27 yaşındaki büyük oğlu Tevfik Paşa geçti. Diğer bütün oğulları Türk Ordusunda görev yapmıştı. Oğullarından Ahmed Fuad Paşa 1922’de İngiltere’den bağımsızlığını ilân eden Mısır’ın ilk kralıdır. Onun oğlu Fâruk da 1952’deki hür subaylar darbesine kadar krallık yapmıştır. 

Tevfik Paşa göreve geldiğinde, İngiliz ve Fransız bakanlardan dolayı yabancı düşmanlığı hat safhaya ulaşmış, bu yüzden yönetimden hoşlanmayan halk, Arap kökenli subayları işbaşında görmek istediğini yüksek sesle dillendiriyordu. Bunun için Albay Arabî (Urabî) Bey’in etrafında toplanmaya başladı. 

Tevfik Bey’in İngiliz yanlısı tutumunu beğenmeyen Sûltân 2. Abdülhamid bir ara Hidivliği lağvetmek istedi. Bunun için İngiliz düşmanı Albay Arabî’yi destekledi ve kendisini Paşa yaptı. Ayrıca birinci rütbe Mecidiye nişanı verdi. Mısır’da albaylık üstü rütbe verebilen tek kişi padişahtı. Böylece Arabî Paşa’nın önü açıldı ve ilk fırsatta Harbiye Nâzırı oldu. Yetmedi kabineye de hâkim oldu.

Oda yetmedi, nâzırlık makâmını iyi kullanan paşa Fransız ve İngiliz bakanların Avrupa’dan getirdiği bütün memurların işine son verdi. Bu duruma çok içerleyen Fransa-İngiltere ikilisi birbirinden çekindiği için asker çıkartamadılar ancak Bâb-ı Âliye başvurarak kendi haklarını gözetmek için asker göndermesini istediler. 

Sûltân Abdülhamid bu oyuna gelmedi. Teklif reddedildi. Mısır’a asker göndererek Emperyalist Avrupa lehine duruma müdâhale etmesi Mısır halkı karşısında iyi karşılanmayacaktı. Olumlu cevap alamayan İngiltere bütün Avrupa devletlerine Mısır’da asayişin bozulduğunu, Mısır’ın gerçek sahibi Osmanlı Devletinin konuya kayıtsız kaldığını, bu durumda alacaklarını tahsil etmek için hakkını kendisinin savunacağını bildirdi. Türkiye’nin metbûluk hakkına saldırmayı düşünmediğini de tekrarlayıp durdu.

Kendince uyarıları yapmıştı. Harekete geçmek için fırsat kollamaya başladı… Nihayet aradığı fırsat ayağına geldi. Bu arada Harbiye Nâzırı Arâbi Paşa İngilizleri Mısır’dan uzaklaştırabileceği düşüncesiyle Başbakanlığa getirilmişti. Bunu kutlamak isteyen halk bütün şehirlerde gösteri yaptı. Bununla yetinmeyerek Avrupalıların mallarını yağmalamaya başladılar. (İngiliz işgalinden önce Mısır’daki Avrupalıların sayısı 1882 yılı başında 90.886’ya çıkmıştı.) Olaylar İskenderiye’ye de sıçradı. Pek çok Avrupalı öldürüldü. Yaralanan yabancı Konsoloslar canlarını zor kurtardılar.

Bunun üzerine İngiltere fırsatı kaçırmadı ve Akdeniz’de bulunan donanmasını harekete geçirdi. Amiral Seymour 6.5 saat boyunca İskenderiye’yi bombaladı ve bir gün sonra da 12 Temmuz 1882’de asker çıkartarak şehri işgâl etti. İşgâl İskenderi’ye ile kalmadı Akdeniz kıyı şeridi Dimyad’tan Port Said’e kadar her yanı kapladı. Başbakan Arâbi Paşa bizzat yönettiği ordusuyla Eylül başında İngilizlere karşı harekete geçti. 12 Eylül’de iki ordu Port Said ile Kâhire arasındaki Tellü’l Kebir’de karşı karşıya geldi. Çarpışma kısa sürdü. Henüz bir saat olmadan Arâbi Paşa’nın kuvvetleri İngiliz Sir Garnet Wolseley tarafından dağıtıldı. 

Böylece İngilizler; Arâbi (Urabi) Paşa önderliğindeki sözde Mısır ordusunun ayaklanmasını bastırmak, alacağını tahsil için tek yetkili makamda oturan Tevfik Paşa’nın hâkimiyetini sağlamlaştırmak, Mısır’ın asayiş ve güvenliğini yeniden tesis etmek, Avrupa menfaatlerini himaye etmek ve oraya taşıdıkları azınlıklara sahip çıkmak gibi bahanelerle 15 Eylül 1882’de Kahire’ye girerek Mısır’ı baştanbaşa işgâl etti.

İngiltere, sürekli bu işgâlin geçici olduğunu papağan gibi tekrarlayıp durdu ama durum değişmedi. İngilizlerin bu tutumu karşısında Sûltân Abdülhamid Almanya’ya yakınlaştı. Derin dostluklar tesis etti. (Bu dostluk 1. Dünya Savaşı sonuna kadar devam edecektir.) Çünkü İngiltere yeryüzüne hâkim olmak istiyordu ve bunun yolu Osmanlı İmparatorluğunun zayıflatılmasından ve sürekli iç meselelerle uğraştırılmasından geçiyordu. Bu da başta Türk Hâkânı olmak üzere bütün Türklerin nefretine sebep olmuştu.

İngiltere’nin Osmanlı Devleti üzerinde oynadığı oyunlar Sûltân II. Abdülhamid’den hemen önce başkent İstanbul’a gönderilen İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot eliyle ortaya konmuştu. Elliot, kendisine bağladığı Mithat Paşa ve avânesi üzerinden kudretli Sûltân Abdülaziz’i tahttan indirterek şehit ettirmişti. Ardından, V. Murad’la anlaşamayınca onu da yine aynı ekiple tahttan uzaklaştırdı. II. Abdülhamid’i de ilk baştan problemler yumağı ile uğraştırmak için 93 harbinin (1877/78 Rus savaşı) planlayıcısı oldu. Savaş başlayınca da Henry Elliot görevini yapmanın mutluluğu ile evine döndü.

Göreve gelir gelmez kendisini 93 harbinin içinde bulan Abdülhamid Hân durumu çabuk kavradı. Bütün planlar İngiliz Büyükelçiliğinde yapılıp uygulanıyordu. Öyleyse bu fitne yuvası bertaraf edilmeliydi. Öylede yaptı. Özellikle eşleri üzerinden büyük hediyeler ve maaşlarla elçileri kendisine bağladı. Önce işe, ülkemizin başına büyük gaileler açarak ülkesine dönen Henry Elliot’un yerine gelen Sir Austin Henry Layard üzerinden başladı. Avucunun içine aldı. 

Öyle ki, İngiltere Başbakanı William Ewart Gladstone büyükelçisinden; Ermenilere muhtariyet tanınması ve bu husustaki 1877/78 Rus savaşı sonrası imzalanan Berlin anlaşmasının ilgili maddelerinin uygulanması için Sûltân’a baskı uygulaması tâlimâtını, “Böyle bir baskı hem imkânsız, hem de İngiltere menfaatlerine aykırı” cevabıyla reddetti. Tâbi ki görevden alındı. Onun yerine bakan müsteşar Malet’te Abdülhamid’in eksenine girdi. Yetmedi gönderilen yeni elçi Lord George Joachim Goschen de Yıldız Sarayı’nın etkisinden kurtulamadı. Oda İngiltere’nin emirlerini yerine getirmemek için yerine bir maslahatgüzar bırakarak çekildi. Yerine gönderilen büyükelçi Sir Edward Thornton’da aynı âkıbete uğradı. 

Bunun üzerine emir dinleyecek azılı bir Türk düşmanı olan Sir William White büyükelçi yapıldı. Gerçekten çok uğraşmasına rağmen bunu etki altına alamayan Abdülhamid bunu Alman dostlarına hâvâle etti. Nitekim büyükelçi İstanbul’da görevdeyken Almanlar tarafından Berlin’de şatafatlı bedâva tatile iknâ edildi ve orada öl(dürül)dü.

Sonra sırasıyla Sir Francis Clare Ford ve Lord Philip Currie İstanbul’a büyükelçi oldularsa da onlar da Yıldız’ın etkisinden kurtulamadılar. Hatta Sûltân Abdülhamid hikâye yazarı olan Büyükelçi Philip Currie’nin karısı Mary’nin kitaplarını Türkçe’ye çevirterek okumuş, büyükelçi ve karısı bundan çok etkilenmişlerdi. Tâbi bir müddet sonra görevden alındılar.

Yıldız Sarayı’nın etkisine girmeyecek elçi bulmakta zorlanan İngiltere, çareyi Türk düşmanı azılı katolik İrlandalı Sir Nicholas O’Connor büyükelçi olarak atamasında buldu. 1889’dan 1907 yılına kadar 8 sene görev yapan Nicholas Yıldız’a muhalifliği ile bilinen dişli birisiydi. Fakat o da İstanbul’da görevdeyken şüpheli bir şekilde öldü.

Abdülhamid döneminde son olarak büyükelçilik görevi makamında Sir Gerard Lowther görüldü. Bu kişi daha önce de uzun yıllar İstanbul’da İngiliz Büyükelçiliğinde çalışmıştı. Türkiye ve Türkleri iyi tanıyordu. İstanbul’a gönderilmeden önce iyi bir eğitimden geçirildi. İstanbul’a gelince ne yapması gerektiğini iyi biliyordu. Hedefinde Sûltân Abdülhamid vardı. Tahttan indirilmesi gerekiyordu.

Eşi Amerikalı olan Lowther, 1884’te Taif Zindanlarında öldürülen Sûltân Abdülaziz’in kâtlinden sorumlu tutulan Mithat Paşa’nın intikamını almaya yemin etmiş kırıntılarla 31 Mart vakâsını organize ederek nihayetinde Sûltân Abdülhamid’in tahttan indirilmesini sağlamıştır. 

Ancak İngiliz yaptığı bütün icraatlarını, yazdığı ve herkese kabûl ettirdiği senaryolarla o denli kamûfle ederek her işi bir sebebe ustaca bağlıyordu ki, böylece her olaydan sonra herkes birbirini yer-bitirir ama İngiliz’in ismi hiç bir yerde geçmezdi. Tıpkı her yaşanan ölümün bir sebebe bağlanarak, can alan görevli Melek Azrail’in hiç konuşulmaması gibi. Sûltân Abdülhamid’in tahttan kimlerin indirdiği konusu hâlâ gündemimizi korur. 31 Mart vâkâsının tartışıldığı en ateşli gruplarda bile İngiliz’in adı geçmez… Millî Mücâdele döneminde İngiliz’in hiç adı geçmediği gibi. Halbuki Batı Anadolu’daki bütün şehirleri İngilizler işgâl edip Yunan’a vermemiş midir?

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a ilk ayak bastıktan üç gün sonra 22 Mayıs 1919’da kurmay heyetinden birkaç kişiyi de yanına alarak, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Arthur Calthorpe’ye (Mondros mütarekesini imzalayan kişi) doğrudan bağlı olarak çalışan Samsun İngiliz Siyasi Temsilcisi kaptan Yzb. L.H.Hurst, Askeri Denetim Memuru Yzb. Zolther ve Siyasi Denetim Memuru Yzb. Mill ile görüşmemiş midir? İngiliz subayların; Osmanlı Devletinin artık tek başına Türkiye’yi yönetemeyeceği ve yabancı devletlerin müzaheretine (yardımına) ihtiyaç duyacağına dair kanaatlerini dile getirdiğini İstanbul sadâret makâmına rapor etmemiş midir?

Eskiden olduğu gibi günümüz dünyasında da şer cephesinin oyun kurucusu İngiliz’dir. Perde arkasında ve her şer işte İngiliz parmağı vardır. 2023 yılı Nisan Ayına kadar Finlandiya Parlamento Üyesi olan Somali doğumlu Suldaan Said Ahmed Bey (Hâlen dışişleri komisyonunda üye); Sudan, Etiyopya, Somali gibi iç çatışmaların yoğun olduğu ülkeler de iç çatışmaların nedenini araştırmak, arabuluculuk yapmak, gerektiğinde nasihat etmek için Finlandiya Parlamentosu tarafından Doğu Afrika’ya barış elçisi olarak görevlendirilmiş ve görev yerine gitmeden önce, Somali Başbakan yardımcısının oğlu Abdurrahman Hersi Bey ile beraber, çok sevdiğimiz Hüseyin Yardım Kardeşimizin vesilesiyle istişâre etmek için bizleri ziyârete gelmişti. Kendisine; “Bu kardeş ülkelerde yaşanan iç çatışmalarda şu aşireti, bu kabileyi suçlamayın ve kimsenin ilk adımı atmasını beklemeyin, bölgeden İngilizleri uzaklaştırın iş kendiliğinden çözülür” demiştim.  

Yine kendisine hatırlattığım, “Birlikte yaşadıkları aynı derede, aynı suyu kullanan iki kurbağa birbirleriyle kavga ediyorsa oradan mutlaka bir uzun bacak İngiliz geçmiştir” sözüme önce gülmüş sonra hak vermişti. Rabbim; İslâm Dünyasını, mazlûm ve mağdur coğrafyaları ve bütün dünyayı “Uzun bacağın” şerrinden korusun…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Deli Halit Paşa

Sayın yazar yazılarını çok uzun .Sarıkamış bozgununa sebep olan Enver Paşayı savaşı kazanmış gibi gösteriyorsun.Kars ,Ardahan Batumu biz alamadık,Best Litovsk anlaşmasıyla Lenin bize verdi.Ayrica kafan çok karışık. Hem 2.Abdulhamiti hemde Enver Paşa yı övüyorsun. 2.Abdulhamiti tahttan indiren ve Osmanlı Devletini 1. Dünya savaşına sokup yıkılmasına sebep olan Enver Paşa dır.

Dr. Uğur

Konuyu yine güzel anlatmışsınız. Faydalandım. Sağ olun.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23