• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ayhan Demir
Ayhan Demir
TÜM YAZILARI

Ayasofya neyimiz olur?

24 Temmuz 2024
A


Ayhan Demir İletişim: [email protected]

 

Camiler, bizim için birer tapu senedidir, nişandır. Vatan toprağının kaymasına karşı dikilmiş ağaçtır. Müslüman Türk varlığını daha sağlam hale getirmek için çakılmış çividir.

Bundan dolayı, şunu mutlaka söylememiz gerekiyor: Camiler, dolsun diye değil, olsun diye yapılmış veya yaptırılmıştır. Camiler sayesinde, İstanbul bizim olmuştur. Öyle ki, Mütareke’de, düşman İstanbul’a gelmiş ama bu şehirde tutunamamıştır.

İstanbul’un en kıymetli camisi, bana kalırsa, Ayasofya’dır. Atalarımızdan bir hatıradır, ecdat yadigârıdır. Tarihi bir yapı olmasının yanı sıra, haçtan kurtarılmıştır.

Ayasofya, kutlu bir müjdenin adıdır. Turizmin değil, fethin sembolüdür. Fatih’in emanetidir. Hiç tartışmasız Müslümanların hakkıdır. 

Bu söylediklerim, bazılarına ağır gelebilir. Gelmesin.

Çanakkale’den iki yıl önce gerçekleştirilen Çatalca Muharebesi esnasında, Bulgar ordusunun motivasyonlarından biri de şuydu: “Ayasofya’ya haç dikeceğiz!”

Devam edelim.

Küçük Ayasofya’ya defalarca gitmişliğim vardır. Fakat Ayasofya’ya hiç girmedim. Ta ki, yeniden, cami olarak ibadete açılına kadar…

Müze olduğu dönemde, Ayasofya’nın arka tarafında, namaz için küçük bir yer ayırmışlardı. Ancak teselliye yani küçük bir bölüme değil, hepsine taliptim. Keşke gitseymişim, keşke gitseymişiz.

Ne söylediğimin daha iyi anlaşılması için bir örnek vereyim. 

2006 yılında, Papa’nın Türkiye ziyareti öncesinde, bir grup Alperen, Ayasofya’ya uğramış ve orada toplu namaz kılmıştı. Bazı yabancı gazeteler, bunu, “Türkler Ayasofya’yı işgal etti” başlığıyla okuyucularına duyurmuşlardı. Bunu söyleyenler, “Zulüm 1453’te başladı” diyenlerin yol arkadaşlarıdır. Aslında, “Türkler İstanbul’u işgal etti” veya “Türkler, Anadolu’yu işgal etti” diyebilmek istiyorlar. Ve ona göre, ellerinden geleni yapıyorlar.

Her şeye rağmen…

Ayasofya Camii’ne, Mütareke yıllarında, işgal kuvvetleri bile dokunamamıştır. Onu kiliseye veya müzeye dönüştürme cesareti gösterememişlerdir. Bu ancak, İkinci Cihan Harbi öncesinde, içeriden yapılabilmiştir. 24 Kasım 1934’te, şu veya bu nedenden dolayı, müze kararı alındı.

Ayasofya, seksen altı yıl boyunca, çiğnenmiş bir vasiyet gibi hüzünlüydü. Bu hüzün, 2020 yılında sona erdi. Ata yadigârı, millete kazandırıldı.

Tam burada, İspanyol edebiyatçı ve siyasetçi Vicente Blasco Ibanez’e kulak verelim.  

Ibanez, 1907 yılında İstanbul’a geliyor. Buradaki izlenimlerini, Fırtınadan Önce Şark ismiyle kitaplaştırıyor. Kitapta, Ayasofya Camii ile ilgili şu bölüm dikkat çekicidir: “Ayasofya’ya girebilmek için ne kadar uğraştım ama! Oysa bundan birkaç ay öncesine değin İstanbul’u ziyaret eden tüm yabancılar ellerini kollarını sallayarak girebiliyormuş. 

Ayasofya da bütün diğer camiler gibi herkese açıkmış. Ama Yemen’den gelmiş şeyhlerden oluşan bir heyet, kum çöllerindeki hayata alışkın, uluslararası ilişkilerden anlamayan, kâfirleri küçümseyen yobaz Araplar, İstanbul’a padişahı ziyarete gelmiş ve camilerin en ünlüsü olan Ayasofya’ya girdiklerinde, Hıristiyanların ne denli saygısız davrandıklarını görüp öfkelenmiş.

Artık Ayasofya’ya pek az yabancı girebilecek. Padişah, Yemen’in isyancı şeyhlerini memnun etmek için kâfirlerin girmesini yasaklamış. Ünü dünyayı tutmuş bu camiyi ziyaret edebilmek için, on beş gün çalmadık kapı bırakmadım, diplomatik denecek girişimlerde bulundum. Ayasofya’yı görmeden İstanbul’dan gidemezdim ya!” (Sayfa 89)

Farkındayım, biraz uzun ama güzel oldu.

Bu satırları okuyunca, Ayasofya’nın niçin camii olmaktan çıkarıldığını ve yeniden camiye dönüşmesinin ne kadar kıymetli olduğunu, çok daha iyi anladım.

Ayasofya, sadece bir cami meselesi değil, ülkemizin ve milletimizin tam bağımsızlık mücadelesi ile yakından ilgilidir. Onun, Lozan Antlaşması’nın yıl dönümü olan 24 Temmuz 2020’de özgürlüğüne kavuşması, ‘tam bağımsızlık’ derken neyi kast ettiğimizi açıklıyor. 

Zincirlerini kırarak özgürlüğüne kavuşan, Ayasofya ile birlikte Türkiye’nin kendisidir. Açılan kapının milletimize verdiği moralin ve ümmete kattığı heyecanın, bir başka ifadeyle, özgürlüğün hiçbir rakamsal karşılığı yoktur. 

Elbette, bu duruma itiraz edenler de olacaktır. Üzüntü duyanlar, hatta öfkeye kapılanlar. İstanbul’un fethi o kadar büyük bir hadisedir ki, üzerinden geçen yüzyıllara rağmen, yankıları hâlen devam etmektedir.

Bu hayra vesile olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, milletimizin gönlünde kalıcı bir yer edinmiştir. Her daim dualarla anılacaktır.

Ayasofya dergisi

Konu Ayasofya olunca, birkaç genç arkadaşın fedakârca çıkardığı, Ayasofya dergisinden de mutlaka bahsetmemiz gerekir. Dergi deyip geçmemek lazım. Yeni kuşak arasında yankı uyandırdı, karşılık buldu. 

Bir dergiyi dokuz yıl ayakta tutmak, 35 sayıya ulaştırmak, oldukça kıymetlidir. 

Her şeyden önemlisi: Ayasofya, her sayıda yeniden önümüze gelmiş oluyor. Bununla da yetinmiyor. Önümüze kutlu bir hedef koyuyor: “Önce Ayasofya, şimdi Kudüs.”

Edebiyat ve dava dergisi Ayasofya’nın, Temmuz-Ağustos 2024 sayısının kapak konusu: Fetih ve Ayasofya. Recep Terler başta olmak üzere, emeği geçenlerden Allah razı olsun.

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Şeref

Ayasofya bir gavur mabedidir Ecdadîmızla ilgisi yoktur.Bir Bizans eseridir.Türklerin tarih sahnesine çıkış göstergelerinden olan Orhun kitabelerinden bile eskidir yapılışı.İnsanlığın ortak mirası olmuş muhteşem bir yapıdır.Yapmınada en ufak bir katkımızın olmadığı bu eseri türklükle,islamla ve ecdatla irtibatlamanız Rahmetli Demirel'in deyimi ile abesle iştigaldir.

Erzincan'dan Salih

Baş imam olarak atanan muhterem Boynukalın hocafendi,görevden niye alındı?
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23