• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Sözleşmenin çengeli...

25 Mart 2021
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

NAGEHAN hanım, İstanbul Sözleşmesi’nin en ateşli savunucusu. Rücuuna fena halde üzülmüş. Devlet Başkanlarına yönelttiği yazısında, “Kadına şiddetin normal hale geldiği ülkemizde kadını güçlendiren uluslararası bir anlaşmadan çekilmenin yaratacağı belaların bedelini her gün evlerinde şiddete maruz kalan kadınların ödeyeceğini”düşünerek bu dönüşten vazgeçilmesi ricasındabulunuyor ve devam ederken de, Makbul vatandaşlar inanç ve tercihleriyle özgürce yaşayabilirken, bu tanımın dışına çıkarılan AKP ve Milli Görüş çizgisinde yer alan vatandaşlarımızın çektiklerini bir daha çekmek istemiyoruza geliyor..

Diyelim ki; ülkemizde yüzde ellilik nisabıyla kadınların hali perişan ve geleceği de şimdilerde karanlığa çevrildi. Makbul vatandaşlarınharicinde kalan kahir çoğunluğun baş meselesi de, bilindiği gibi, ekonomik manzara. Bir yandan da salgın. Diğer yandan bütçelerimizi rayından çıkaran kamu borçları. Gittikçe yükselen işsizlik. Ayrıca, bütün çevremiz, SEVR’in fırsat kollayan süvarisi tarafından muhasara edilmişliği...

“Her gün evlerinde şiddete maruz kalan kadınlar” ise, soyut bir hikâye.

Sokak şiddeti denildiğinde hemen şunları anlarız. Trafikte kavga, çanta cüzdan kapkaçları, tren-tramvay sarkıntıları vs. Ev içi şiddetinde saldırganlar kimlerdir. Araç ve gereçleri ve dahi amaç ve sebepleri nedir, nelerdir?..

Bilinmezliğinden istifade edilir…

Kadının ojesi ile mutfağında tuz ve sirke bitmiş. Koca da işsiz. Evin istediğini almamış, alamıyormuş. Bu arada kadının da canı istemiş, amma adam yanaşmamış veya tam tersi. Bunun üzerine koca da, öfkeyle açmış kapıyı söylene söylene çekip gitmiş. Bunlar mıdır aile içi şiddet? Yoksa mutfaktaki eksiklikten ötürü bağrışıp çağrışma mı?..

Alt kattaki otopark işçisine kadar bütün sokak yaz tatiline giderken üst kattaki memurun, ailesini, özellikle karısını götürmemesi mi?.

Aile içi şiddet denilen baskı ve işkence, eğer bunlardan ibaretse, taraflar otururlar, defter kalem ellerinde konuşup anlaşırlar. Olmadıysa, geçimsizlik gerekçesiyle paşa paşa ayrılırlar.

Yokk, ayrılamıyorlarsa baskı görüp ezilen kadınlar da, elleri armut toplamadığına göre kendilerini korumaya alır ve vuruşurlar. Şimdi apartman hayatı yaşıyoruz, kimsenin nasihate ihtiyacı yok. Temiz hesap, birisi içeri diğeri de mezara, mesele hallolur. Bugüne dek hep yapıldığı gibi. Yoksa yuvadaki hır-gür, ömür boyu çekilmez.

Bu manzara bir neticedir. Devletin vazifesi, bu manzaraya yol açan idari mekanizmadaki arızayı araştırıp bulmak iken, müsebbibi televizyonlar birbirleriyle ölesiye yarışıyorlar... 

Gelelim toplumsal cinsiyet ve eşitsizliğine. Koparılan bunca gürültüye değer mi?

Yerleşik hayat keşfine kadar dişiler dişi ve erkekler de erkek olarak kendi başlarına tek buyruk yaşamışlar. Yerleşik hayatla birlikte erkekli dişili yuvalar kurulur. Ateşi erkek yaksa da, getirdiğini pişirmek de dişinin işi. Zaman geçiyor doğurgan dişiye annelik, evin erkeğine de babalık etiketi yapıştırılıyor. Günümüze gelince, çamaşırdan bulaşığa, silip süpürmekten bebesini emzirmeye annelerin ev içi kahyalığına, dışarıya çıkıp ekmek peşinde koşturmak da, babaların üzerine farz oluyor..

Modernizmin femin kadınları, erkeklerin dışarıdaki ücret karşılığı çalışmalarını kıskanıyorlar. Deyip istedikleri de şu:

Onlar, dışarıda cicili bicili kadınlarla gül pembe, hem de üstüne para alsınlar. Biz evde onların pisliğini temizleyelim. Bir de üzerine, beş para almaksızın. Eşitlik mi bu? Biz de ev içi işçiliğimize ücret isteriz”.. 

İşte bu da, toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Bu kanaldan yapılan baskı ve şiddet uygulamalarına karşı“Kocalar istediğimiz bu ücretimizi ödemezse, karıları da sokağa çıkıp, ne iş bulursa kocaya sormadan dışarıdan almalı”…

Kadın cinayetleri denilip duruluyor ya, gerçek yanı da yok değil. Son bir kaç yıldır abartılı da olsa, yazılıp çizildiği gibi olabilir. Hepsini teker teker dökün bakalım, masanın üzerine.

Vuranla vurulan arasında uzun-kısa bir sürelik evvelden gelen yatak yorgan dostluğunun yaşanmamış olanını zor bulursunuz. Onların da kısmı azamisi, hemen hemen tamamı kafadan kontak sapıkların işi çıkar..

Kadına yönelik şiddete gelelim, bakalım ne imiş, mutluluğun iksiri..

Psikolojik ya da ekonomik acı ve ızdırap veren, verecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem ve tehdit, zorlama, hürriyetini kısıtlama, aynı mekanı paylaşan karılarla eski ve yeni kocaları veya bunların partnerleri arasında meydana gelenler, kadına yönelik şiddet sayılır..

PARTNER tabiri ise erkekler arası yatak yorgan sefasında kadın hizmeti gören erkek demektir..

Sözleşmenin çengeli işte gelip buradaki PARTNER’e takılıyor. Partnerliği normal doğuştan görüp bu mesleğe saygı ve hürmet emrediyor..

Oysa bu hal, doğuştan doğma değil, isteyerek sonradan olmadır.

Atatürk de öyle söylemiyor muydu?..

“Sanatçı doğulmaz, olunur” diye… 

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

sema emine aydınelli

Atatürk, ne zaman söyledi, "Sanatçı doğulmaz olunur" diye,tam tersini söylemiştir, "Sanatçı olunmaz, doğulur" diye, ayrıca bu yazıda sanatın ne ilgisi var,burada söz konusu olan cinsiyet. Sanat benzetmesi de ne. Doğuştan olan cinsiyet anormallikleri inkar edilmez,maalesef farklı yaratılanlar da var. Ahlak herkes için geçerlidir, normal veya anormal yaratılmış olan herkes için.

hakir kul

selamün aleyküm ist. sözleşmesine dayanarak çıkarılan kanun ve yönetmeliklerinde ve açılan eşcinsel derneklerinde kapatılması lazım. eğer bunlar yapılmazsa tek başına sözleşmenin iptali bi işe yaramaz. çözüm ise herkesin bildiği gibi islamı güzel bi şekilde halka öğretmek toplumun islami kanunlara göre yönetilmesi ve yaşanmasıdır.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23