• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Ismarlama fotoğraf...

24 Haziran 2021
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Esnaftan Nejat Erdoğan isimli arkadaşımı merak sarmış. 70-80 yıl evvelinin memleket ahvali, bugünün ortamında, benim gözümde nasıl imiş?..

Haydaaa, al sana bir çuval çürük elma. Ara bul bakalım sağlamını veya hastalığının, sebebini..

40’lı yılların başında dünya savaşı yenilerde başlamıştı. İstanbul’da idik. Şişli’den ötesi dutluk bahçelik.. Yaz boyunca ara sıra birkaç kez pikniğe gittik. Dönüşte artıklarımızı torbalar, ve sabahları gelen çöpçüye teslim ederdik. 

Ekmek, karneye tabi, kişi başına ölçülü verilir, gazıyla, tuzu ve şeker gibi zaruri ihtiyaçlar, memurlara daha ucuz satılırdı. Rum’u Ermeni’si, Türk’ü ve Kürd’ü, birbirlerine sarılmış, karşılıklı yardımlaşarak, yoksul amma mutlu bir hayat yaşayıp giderlerdi... 

Köyümüzün bütün kapılarında dışarıdan açmak için birer ip sallanırdı. Komşusuna gelen kişi kapının ipini çeker ve adımını atar atmaz da seslenirdi..

Huu Emine gız, Ali ağaaa, gibi.

Ezanın Türkçe okunduğu ve bazı camilerin de boş tutulduğu günlerde Bursalılar, Nilüfer Çayının kenarlarında pikniğe giderler ve serpme atanlar balık da tutarlardı. Bursa’nın havası temiz, suları serin ve insanları da, kocaman bir şehir olmasına rağmen, hemen herkes birbirlerinin tanışıydı... 

Sonra demokrasi geldi, Ezan dili aslına döndü. Kapalı camiler açıldı. Topraklarımız ekilip biçilmeye başlayınca, çarşı pazar da hareketlendi. Şehrin Kuzey uçlarına düşen hapishaneden duruşma için birbirlerine zincirle bağlanmış yürütülüp götürülen tutuklular, kapalı arabaya alınmaya başladığında, tarımdaki hareketlenme dolayısıyle cebi para görmeye başlayan köylüler de, sigaralarını değiştirdikleri gibi kapılarındaki ipi de kaldırdılar..

O dönemin pikniğe gidenleri her yerde ve hiç ayırımsız bütün konularda aynı haltı yiyordu. Bilmiyorum, milli bir haslet miydi bu çirkinlik. Dönüşlerinde pislik ve artıklarını hemen orada oturdukları yerlerde bırakırlardı. Aynen bugünün insanları gibi!..

Millet, tek partili baskıcı yönetimden bunalmış, hürriyet ve serbestlik istiyordu.

Bursa’da Nilüfer Çayı, İstanbul’da Haliç, eski temizliğini ve güzelliğini kaybetti. Camiler çoğaldıkça insanlar da Allah’tan uzaklaşmaya yöneldiler. Cübbeli Ahmet de Marmara depreminin zayiatını Müslümanların Allah’tan uzaklaşmalarına bağlamamış mıydı?..

Kutsallaştırılan demokrasi, Cumhuriyet Kanalından girerek, para kazanma ve harcama hürriyetini kafalarımıza vura vura bizlere benimsetti.

Şimdi kimse kimsenin kazanmasına ve harcamasına karışamıyor laf söyleyemiyor ve şadırvan başında sıra bekleyenler de, abdest alana suda tasarrufu hatırlatmaktan korkarak çekiniyor.

Eskiden aileler büyüktü, şimdi ufaltıldı. Aile ufalınca fertler arasındaki ilişki bağları koptu. Bir de eskinin tek tencereli hanelerinde tencere sayısı ikiye üçe çıkınca, hem israf arttı,hem de çöpün hacmi..

Mutfakların Nebevi havasını, gösterişte yarışmaya çevirdiler. Memleketin hiçbir müessesesinde, sektöründe, alan ve değerinde bed bereket, güzellik ve sadakat kalmadı. Şimdi kimsenin kimseye itimadı yok. Sevgi ve saygı nedir, bilinmiyor. Hak hukuk mefhumları da, yerlerini bencilliğe terk etti..

Yöneticilerimiz, enayilik eden birkaçı müstesna, statüleri bakımından kendi alanlarında lüks ve şatafat yarışından utanmıyorlar. Başkaları Mercedes’e binerken, belediye reisi sıfatıyla kendileri niye Opel’e binsinlermiş! 

Sanki analarının karnından ellerinde kadillakla dünyaya gelmişler, sonradan görmecilik, mahvetti, bereketle birlikte bağımsızlığımızı da.

İnsanlık ve hizmet ahlakında ahval bu hali alınca, inanmayıp, bir de üstüne dalgalarını geçenler, bilhassa istismarcı yöneticiler, şimdi utanmaksızın siyaseten yağmur duasının himmetine koşturur oldular..

Eskiden, elli yıl evvelinde kapılarının ipini üzerinde bırakan köylümüz. İplerini topladı, köylerindeki kendi fırınlarını söndürüp, şehirlerin katkılı ekmeğiyle beslenmeye başladılar. Şehir halkları, evlerindeki musluktan akan belediye suyunu içerken, siyasetin şeytani baskısıyla, memleketinin ücretsiz ve de helal suyunu yabancının hesabına ücret ödeyerek içmeye başladılar.

Şişli’den ötesi dutluk ve bahçelik olan İstanbul, Şile’den Ağva’sına, Boğaz’daki Fener’lerden Terkos ve Silivri’lere kadar ormanlık arazi, haramzade zenginlerin özel havuzlu villa saldırılarının işgaline doğru hızla sürükleniyor..

Yetmemiş gibi şimdi de sırada bekleşen mutasavver ”Kanal bölgesi” sabırsızlanıyor. İki yakasına kurulacak hakim sınıf şehrinin sakinleri de elbet villa kurup, havuzlandıracak..

Devlet eminlerinin ilk ve kutsal görevleri de bunları doldurmak.

Hali hazır kaynakları Sultan Fatih’in kadim şehrine yetemiyor iken, ahalinin can suyuna bu reva mı?..

70-80 yıl evvelinin birbirlerine dayanak insanları, yoğunlukla Müslümanları, yarasına şifa olur kıskançlığıyla, arkadaşının eline işemekten kaçınıyor..

Arkadaşım Nejat Erdoğan, verebildiğimiz bu resmi beğenir mi beğenmez mi, orasını bilemeyiz gayrı…

“Neden böyle”?..

Orasını da, kendileri düşünsün.. 

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

hatalı theory

İltisad doçenti ege cansın: 'hem şişman hem de aç olunmaz' demiş. Sorun da burada zaten: ülkede şişmanlar aç, o nedenle emiş bitmiyor.

okuyucu

tek kelime ile mükemmel...
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23