• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Çok beğenmiş, fakat!..

01 Mart 2021
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Muhalefetten bir mebus, İzmir’e giderken körfez üzerindeki asma köprülü yeni yolu kullanmış. Hakkında çok konuşulan ve tenkitleri de hâlâ devam eden bu yolu pek de beğenmiş. Yolun rahatlığına, manzaranın güzelliğine, eh, bilet ücretlerinin de yüksekliğine değer bulmuş.

Ne var ki. Yıllardır yer yer yenileştirilerek birinci sınıf insanımıza da bölgeler arasında bağlantı sağlayabilen düzgün ve geniş yollarımız varken bu yol, biraz israf gibi gelmiş, gereksiz görünmüş..

Yöneticileri seçilerek işbaşına gelen müesseselerde, hatta apartmanlarda bile yönetenlerle yönetilenler arasında icraatlar konusunda buna benzer dedikodular her mahalde görülüp duyulan işlerdendir. Bunları da hayatın gerçeklerinden sayarız. Devlet ve hükümetler de buna dahil olduklarından, Muhtarından tutunuz bakanlarına kadar idarecilere daima şüphe ile bakılır..

“Daha ucuzu varken niye pahalısını yaptırdı?” gibi...

Sosyal hareketlerin altında onun oluşumunu zorlayan iktisadi beklentiler bulunur. Bu da hayatın gerçeklerinden. Nitekim padişahlık günlerinde İzmir-Aydın arasında yapılan demiryolu, İngiliz ve Fransız tüccarlarının zorlamasıyla olmuştur. Yabancıların dışarıdan getirdikleri ithal malları Ege içlerine doğru gidemiyordu. Bir demiryolu yapılsın ki, mallar Ege bölgesinin içlerine doğru götürülüp daha fazla satılsın..

İngilizler paçaları sıvayıp işe koyuldular. İnşaatın masraflarını da padişahlık hazinesi, yolcu ve yük garantisi vererek beş para harcamadan yaptırdı. Neticede, İç Ege’de yerli nalbantlar, İngiltere’den ithal nal kullanmaya başlayınca, Devlet-i Aliyye de Sevr anlaşmasına birkaç adım daha yaklaştı.. 

Her millet kendini yüceltir. İnsanın halet-i ruhiyesi böyledir ve normaldir de.. Amma, “Bir Türk’ün dünyaya bedel olması, olabilmesi’ de zamanının belirli şartlarına bağlıdır. Bizi yetiştirenler bu söylemi kurgularken, Alpaslan’lara, Fatih’lere, Nene Hatun ve Atatürk’lere bakarak arzulamışlar.. Ve bizler de hep böyle görmüş, düşünmüş ve hayalenmişiz. Sanki gökten inecek bir kepçe bizleri hayat boyunca her daim kaldırıp, dünya alemin üzerine oturtacak..

Oysa iktisaden bağımsız ve güçlü olmadan bu hal, siyaseten mümkün mü?..

Dört mevsimi de bir anda ve bir arada yaşayan ve yaşatan bir toprağımız var, milletimizi her mevsimde doyurasıya besleyebiliyor idi. Amma zaman geldi, içe dönük kalkınma modeliyle sanayileşmeye kalkışınca, köylüyü şehirlere kışaladık. Sütümüz azalırken, hububatta da verimimiz düştü. Köylerden göçe kalkışanlar şehirlerin kenarlarına yerleştiler. Buğdayı üretirken, hazır fırınlanmış ekmek yemeğe başladılar..

İneği besleyen meralar, sıvı yağımızı şişeleyen tarlalar, ekmeğini yediğimiz topraklar betonlaştı. Bugün geldik, mercimekte Latin Amerika’ya el açmaya…

Günümüzün gençlerini bırakalım bir yana. Zira onlar yeni çağın “Z” sınıf hazırlopçularıymışlar. Görüp yaşamadıklarından, akılları ermez, Orta yaşlı adamlarımız ise, okul çağında bütünüyle Amerika’nın hibe süt tozuyla beslendi. Kasaplarımızda ABD mahreçli buffalo eti satılmaya başlandı. Bakkallarımızda da peynirin rengi kavuniçine dönüştü. Bugün yağ eksiğimizi Pasifiklerden ithal edilen palmiye ağacının ucuz ve kansorejen palm yağı ile tamamlıyoruz. Türkiye’de yoksullara inadına bu yağ yedirilmektedir.

Şimdi bir Türk nasıl olacak da dünyaya bedel olma iddiasıyla efelenebilecek?..

Devlet ricali, milletin azmini bu hedefe çevirme amacıyla arzularına moral katkısı olarak birtakım eserleri düşünmüş olabilir. Mesela dünyanın en büyüğü olmasa da, Şişli belediyesinin yakın geçmişte tasarladığı en büyük Türk bayrağı, niye bu amaçla dikilip, kullanılmış olmasındı?. Sanırım birkaç kez Cumhuriyet Bayramı merasimlerinde de kullanılmıştı.

Bir ucundan Şişli meydanında tutulurken, diğer ucunun Taksim meydanına ulaşması gibi... Yine şimdi gönül huzuru ve yerli ve milli gururla kullanmakta olduğumuz Avrupa’nın en büyük hava meydanı, mesela.

Kanalı, dünyanın en büyük tankerlerine emniyet ve kolaylık sağlama amacıyla seyr-i sefaine açmayı başaran Türkiye’nin bir tek ferdi, dünyaya bedel olmayacaktı da nerenin sümüklü süflisi olacaktı? 

Buradan eşilip kazılarak çıkarılacak toprak ve molozun ne yapılacağı da mesele olmayabilir. Tarımdaki ekilebilir toprakta eksik ve gediğimizi tamamlama amacıyla, katledilen araziler yerine, diklemesine tarım alanlarının yapımına..

Niye olmasındı?..

Sathi ve yatay tarlalarda yapılagelen klasik sulamalarda aşırıya kaçınca, toprağımız da çölleşiyor. Ayrıca, güldür güldür toprağımız ve insanımız için gün yüzüne fışkıran memba sularımıza yerli yabancı su düşmanlarının el koymaları yetmiyormuş gibi bu tarz sulamalar, giderek azalan kıymetli sularımızın da boşu boşuna israfına yol açıyor.

 İstanbul Kanalı bu yıl içerisinde ihaleye çıkarılacakmış. Hayırlısı olsun…

Seyyar milli piyangocular malını satarken hep şöyle bağırırlardı.

Ya çıkarsa!.. 

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

ferda

Yazımızdan dolayı sizi kutluyorum

Temel Bey ve sosyalok Bulaç Bey ele buyurdular:

'Herkes mahallesinde iş bulmalı, komşusuna ev, halı temizliğine felan gitmelidir!' de mi? Göprüyünen, yolunan işimiz ne?
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23