Şükür kâbusmuş
Seçim sonuçları açıklanmış ve bizim yenilmez pehlivan Kamal devletimizin yeni reisi olmuştu. Meydanlar 1950’den beri seçim zaferi görememiş tuzu kurular, beyaz Türkler, dönmeler, din düşmanları, darbe severler, halk düşmanları, hırsızlar, yolsuzlar, ahlaksızlarla doluydu.
Türkiye düşmanlarıyla işbirliği yapanlar, terör örgütlerine sahip çıkanlar, Türk Ordusuna “katil, satılmış” diyenler, ülkenin milli kimliğinden, duygularından, şahlanışından, yükselmesinden rahatsız olanlar, kuşkuları, vehimleri, uydurulmuş korkuları sonucu ellerinden giden kişisel imtiyazları geri almak için siyasi çığırtkanlık yapmayı hak kabul edenler bayram ediyordu.
Millete eğitilebilir geri zekâlı muamelesi çekenler, Atatürk istismarının arkasına sığınıp 90 yıl öncesinin hayaliyle yaşayanlar, Müslüman düşmanlığı, başörtüsü düşmanlığı, dindarları çekememe hastalığıyla boğuşanlar, milli kültürü, milli kimliği reddedenler mutluydu.
Kendilerini Kemalist, Cumhuriyetçi, laikçi, ilerici olarak tanımlayanların yüzü gülüyordu.
Halkın yanında olmayanlar, aklını vahyin üstünde tutanlar, kültürel yabancılaşmaya uğramış, yozlaşmış, piyasa bağımlısı kişiliksizleşme hastalığına duçar olmuş olanlar neşeliydi.
Hırsı aklının önüne geçenler, Hıristiyan-Yahudi’yi dost edinip din kardeşine sırtını dönenler, el-âlemin aklıyla oturup kalkanlar, okyanus ötesinden zampinglenenler, ahlakı yerine hevâ, heveslerini, vicdanı yerine cüzdanını düşünenler, eğri oturup doğru konuşamayanlar halay çekiyordu.
Yıllardır bu ülkeden nemalananlar, çalışmadan spekülasyonlarla para kazananlar, kendi çıkarlarını Türk Devletinin bekası ve Türk milletinin değerlerinin üstünde tutanlar, Türk milletinin kültürel ve moral direncini hiçe sayanlar bayrak sallıyordu.
Halka, demokrasiye, milli iradeye, akla, mantığa, temel insan haklarına, sağduyuya aykırı olarak yasaklar ve tabular koyarak kendi doğrularını, yaşam biçimlerini “devletin tasavvur ettiği yaşam biçimi” olarak enjekte etmeye kalkanlar çığlık atıyordu.
İdeolojik olmayı bir pespayelik haline sokanlar, halkın tercihlerine yönelik müdahalede bulunmayı marifet sayanlar, alternatif üretme yerine millet ile siyasi düelloyu seçenler sevinç gösterileriyle naralar atıyor, içlerinde yılların birikintisi öfkelerini kusuyorlardı.
Kamal reis, zaferini balkon konuşmasıyla ilan edeceğini deklare etmiş ve balkona geçmeye çalışıyordu. Fakat balkonda Kamal reise yer yoktu. Adı olup kendi olmayan partilerin liderleri, belediye başkanları ve diğer başkan yardımcısı adayları balkonu doldurmuştu.
Kamal, reis tam konuşmaya başlayacakken arkadan acı bir çığlık bütün dikkatleri o yöne çevirmişti.
“Durun! İçişleri bakanı balkonda olmadan ekip tamam olmaz” diye acı acı bağırıyordu. “Bizim gizli mutabakatımız var, iki bakanlık ve MİT benim.”
Kimdi bu zat ve bunu kim bakan yapmıştı? Herkes hayretler içinde birbirine bakarken aşağıdan durun sesleri yükseliyor, ben de ben de feryatları artıyordu.
İçlerinden bir ses hiç yabancı değil gibiydi. Ben Bülent Ersoy’un sesine benzettim fakat emin olamadım ve acaba diye düşündüm, bir cevap bulamadım.
Balkonda konuşma başlamadan kavga başlamıştı. Kaç kişi olduğunu sayamadığım başkan yardımcıları kendi aralarında külliyede yer kapma kavgasına başlamış, bana yer kalmadı diye birbirlerini iter kalkar olmuşlardı.
Derken ABD başkanı Joe Biden’ın aradığı haberi ile ortalık sessizliğe bürünmüştü. Balkondakilerin gururları artmış, kibirleri pörsümüştü. Telefonda ses dışarıya verilmiş herkes dinleyecekti.
Biden’in ilk cümlesi ile ortam buz kesilmişti. “Bize verdiğin sözleri unutmayacaksın. Seni o makama biz getirdik. Sözümüzden çıkmayacak, emirlerimizi harfiyen uygulamaya sokacaksın. Unutmadan Pensilvanya papazımızın cemaat üyelerine de gerekli desteği verecek, eski günlere geri döndüreceksin. ”
Kamal reis “evet efendim, evet efendim, haklısınız, emredersiniz, gerekenler yapılacaktır” beyanıyla direktiflere karşılık veriyordu.
Meydandaki kalabalık kitlenin alkış ve çığlıkları bende ne oluyoruz kaygıları uyandırsa da balkonda yaşananlar hayretlerimi artırıyordu.
Kamal reis “Bu seçimi ben kazandım. Fakat sonuna kadar bu koltukta oturacağım diye bir şey yok. Eğer geçmişinde para pul ilişkileri, lekesi olmayan biri çıkarsa ben de bu görevi bırakırım” açıklamasıyla kime mesaj veriyordu, öyle biri var mıydı anlamadım fakat ortamdaki sessizlik ruh halimde bir huzursuzluk oluşturuyordu.
Meydandan gelen “Tanrı uludur” çığlığını duyunca daha ilk dakikada neler oluyor sorusuyla beynimde şimşekler çakmıştı.
Neler oluyordu. Yıllardır yüreklerinde oluşan acının hesabını milletten sormak için ant içmiş bir grubun yapabileceklerini göz önüne getirdiğimde midem bulanmaya başlamıştı.
İçim içime sığmıyordu. Daha ilk dakikada yaşananlar gelecekte ülkede yaşanacakların habercisi gibiydi.
“Allah-û Ekber” nidasıyla uykudan fırlamıştım. Ter kan içerisinde kaldığımı fark ettim fakat dünyanın en mutlu, huzurlu insanıymışım gibiydim. Bir kâbustan ezan sesiyle uyanmış, onun manevi huzuruyla da şükre dalmıştım.