• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

İnsan yaradanını bilmeli ve emirlerini yerine getirmeli

Yeniakit Publisher
2013-02-12 22:42:00 - 2013-02-12 21:45:04
İnsan yaradanını bilmeli ve emirlerini yerine getirmeli

Kulluk vazifesinin ifasında, yalnız dış; yani bedeni ibadet kafi gelmeyeceğine göre, iç yani gönül âlemine yönelinmesi yani masivadan alakayı kesip marifet-i ilahiyye ilmine başvurulması gerektiğini söylerlerdi.

Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi’nin hayatından bazı kesitleri, Sadık Dânâ Hocaefendi’den okuyalım.
HİLYE VE ŞEMAİLİ:
Uzuna yakın orta boylu, nahif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, çukurca ela gözlü, zayıf olmasına rağmen mütenasib vücutlu idiler. O nurani siması daima değişirdi. Simalarındaki halâvet ve melâhatın güzelliği tarif edilemezdi.
Orta boylu olmalarına rağmen, daima yakınında bulunanlardan uzun ve heybetli görünürdü. Halim, selim yumuşak ahlâklı, melek sıfattı. Yakinen tanıyanlar “Melek Sami Efendi” derlerdi. Sırasına göre gayet secî ve cesurdu. Yüzleri mütebessim olmasına rağmen, içleri daima hüzünlü ve düşünceli idi. Vakar temkîn ve itidal ehli idi.
Temiz, sade ve düzgün giyinirdi. Sakalı bir tutamı geçmezdi. Saçlarını kulaklarının memelerine kadar uzatırdı.
Suhuletle, ağır ağır yürürler fakat çok yol katederlerdi. Yanındaki refikleri ne kadar uzun boylu olsalar bile kendilerine yetişmek için adeta koşmak zorunda kalırlardı.
Pek az yerler, pek az uyurlar, daima sükûtu ihtiyar ederlerdi. Zaruret halinde pek kısa kelimelerle muhataplarının seviyesine göre konuşurlardı. Fem-i saadetlerinden ne bir kelime noksan ne de bir kelime fazla çıkardı.
Her mana ve kelimesi yerli yerinde idi. Tane tane, seçkin olarak konuşurlar, mühim olanları üçer kere tekrar ederlerdi. Sohbet mevzularını, ayet-i kerime, hâdis-i şerife, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nin ve diğer enbiya-i izam, ashabı kiram ve evliyayı zevi’l ihtiram hazeratının ahlakları, gazaları, Allah yolunda fedakârlıkları, sabır ve tahamülleri, tavır ve hareketleri ve nasihatleri teşkil ederdi.
CESETTE BİR ÇİĞNEM
ET VARDIR...
Kalb mevzuunda ısrarla dururlar, bilhassa Fahr-i Kâinat –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri’nin;
-“Cesette bir çiğnem et vardır. O salih olursa, bütün cesed salih olur, o fâsid olursa bütün cesed fâsid olur” diye mevzua girip kalbin nazargâh-ı ilahi olduğundan bahsederek, Kabe’nin banisi İbrahim aleyhisselam, fakat kalbin banisi Cenab-ı Hak olduğuna işaret ederlerdi.
Bilhassa kendilerinin terbiyesi ile meşgul oldukları kimselerin, noksan hallerini gördükçe üzülürler, fakat yüzlerine karşı ve arkalarından –te’villi sözler bile olsa- bir şey demezlerdi. Her hal ve hareketlerinde nezaket ve nezahet sezilirdi.
Bilhassa Hak yolcularının; ihlaslı, müstakim, zeki, nazik, nezih, edebli, mahviyetli, fedakâr, dirayetli, sehavetli, merhametli, herkesle geçimli, hülasa tam manası ile ahlak-ı hamide sahibi olmalarını arzu ederlerdi. Sohbetlerinde, meclislerinde bulunanlar niyet, nasip, kabileyetlerine göre muhakkak manen ve ruhen istifadeli olarak ayrılırlardı. Evradlarını ihlas ve istikamet üzere tatbik edenlerde adeta gözle görülür şekilde değişiklikler inkişaflar olurdu.
BU İNKİŞAFLARDAN BAZILARI
Kibrin yerini tevazu ve vakar. İmansızlığın yerini, derin Allah sevgisi, Peygamber sevgisi. Batılın yerini Hak. Hasetliğin yerini merhamet. Cimriliğin yerini sehâvet. Anlayışsızlığın yerini fetânet. Tenbelliğin yerini dirayet, gayret. Korkaklığın yerini cesaret. Kötü görüşün yerini müsamahalı görüş. Kabalığın yerini nezaket. Dağınıklığın yerini tertiplilik ve nezafet. Bilgisizliğin yerini edeb, irfan. Acemiliğin yerini itidal ve teenni, iddiacılığın yerini yerinde uysallık, mahlukat düşmanlığının yerini herkesi hallerine göre sevmek alırdı.
SOHBETLERE AŞR-I ŞERİF İLE
BAŞLANILMASINI İSTERDİ
Sohbetlere bir hafız efendinin okuduğu aşr-ı şerif ile başlanır. Sadat-ı kiram hazeratının ruhlarına birer Fatiha-i Şerife ile üç İhlas-ı Şerif okunur ve daha sonra mevzua geçilirdi.
Bütün konuları kitap ve defterden okumalarına veya huzurlarındaki herhangi bir şahsa okutmalarına rağmen kalb mevzuunda bizzat kendileri Kur’an-ı Kerim’den ayetler okuyarak irticalen konuşurlardı.
İNSAN YARADANINI BİLİRSE
İnsan yaratanını bildikten sonra O’nun Kur’an-ı Kerim’deki emirlerini yerine getirmekle vazifelidir.
Kulluk vazifesinin ifasında yalnız dıştan yani bedeni ibadetin kafi gelmeyeceğine göre, iç yani gönül âlemine yönelmesi yani masivadan alakayı kesip marifet-i ilahiyye ilmine yönelmesi gerekmektiğini söylerlerdi.
Nitekim Hace-i kainat, eşref-i mahlukat olan Rasul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz; Tebük seferinden yorgun, bitâb bir vaziyette döndüklerinde, at üzerinde ashab-ı kiram hazeratına hitaben;
-“Küçük, cihaddan büyük cihada geldik” buyurmuşlardır. Nefisle cihad, ibadetlerin en şereflisi ve ehemmiyetlisidir.
Gavsu’l-azâm Abdülkadir Geylani Hazretleri buyurmuştur ki;
-“Batınî cihad, zahiri cihaddan daha zordur. Zira o kişinin bizzat kendisindendir, devamlıdır.
Batınî cihad, zahiri cihaddan nasıl zor olmasın ki, O nefsin işlemeye alıştığı haramları bırakmak, Şeriatın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmaktır.
Her kim de Allah Teala ve tekaddes hazretlerinin her iki cihad hakkındaki emirlerine uyarsa onun için hem dünya hem de ahiret mükafatı hasıl olur.”
YOLCULUK ADABI
Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi’nin Yolculuk Adabı. Yolculukları pek huzurlu ve nizamlı olurdu. Bilhassa hareket ve dönüş günlerini Pazartesi yahut Perşembe günlerine tesadüf ettirirlerdi. Mecburiyet olmaz ise gece yolculuğuna çıkmazlardı. Yolculuk esnasında en lüzumlu şeyleri yanlarına alırlardı. En ufak mevzularda bile yol arkadaşları ile istişare ederler. Yolculuk esnasında zuhur eden güçlükleri hoş karşılar, en ufak bir üzüntü ve sabırsızlık göstermezlerdi.
Yolculuk başlangıcında, Ayet’ül Kûrsî ve sefer dualarını muhakkak okurlar;
-“Dua ibadetin iliği mesabesindedir” buyururlardı.
Yolculuklarda hep niyaz ve ibadet içerisindeydiler. Kur’an-ı Kerim’deki ayeti kerimeleri, bilhassa Fatiha-i Şerife ve Ayet’ül Kûrsî, Rasul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz ve diğer Peygamberân-ı azam hazeratının dualarına devam ederlerdi.
Hac yolculuklarının en izdihamlı zamanlarında bile abdestli oldukları halde, ikinci bir namaz için abdestlerini tazelerler ve “nurun âlâ nur” derlerdi.
l YARIN: TEVAZU VE
ALÇAK GÖNÜLLÜLÜĞÜ

Münakaşa Bilmezdi...
Muhterem Üstaz Hazretleri’nin hiçbir fert ile çekiştiklerini, münakaşa ettiklerini, gıybetini yaptıklarını, münazaraya girdiklerini gören işiten yoktu. O büyük Allah velisinin her an kader bahsine hakkıyla vukufları olduğu için hiçbir kimse hakkında su-izanda bulunmazlardı.
Settârü’l uyûb (ayıp örtmek) ve affedicilik, Cenab-ı Hakk’ın ulvi sıfatları olduğu için yüksek seviyedeki velisi olmak sebebiyle bu mühim sıfatlar kendisinde görülürdü.
Sevenlerini katiyyen ümitsizliğe düşürmezlerdi. Huzurı alilerine gelenler (her ne kadar ihmalci ve hatalı halleri var ise de) büyük bir huzur ve ümit içinde yanlarından ayrılırlardı.
Sükût ve edeb ehlini çok severler, yanlarında yer ayırır, iltifatta bulunurlardı. Bir an olsun, bir mü’minin, bir mahlûkun kalbini kırsın, gafilane harekette bulunsun vaki değildi.
Her hatt u hareketleri ölçülü, nizamlı, yerli yerinde idi. Hülasa asırların yetiştirdiği istisnai bir şahsiyetti.

DUA İSTEYENLERE SADAKA
VERMELERİNİ TAVSİYE EDERLERDİ Kendi geçimlerinin en dar olduğu bir zamanda idi. Adana’da hizmet gördükleri, muhasebeciliğini yaptıkları müessese sahibi, aylık istihkak bedelini bir zarf içinde kendilerine takdim etmişlerdi.
Bu sırada bir fakir gelip, Allah rızası için sadaka istediklerinde, mazisi temiz, hali temiz, istikameti temiz olan bu yüksek ruhlu zatın, o zarfı olduğu gibi sâile verdiğini aynı şahıs hayretler içinde görmüştür.
Vermek, vermek, gene vermek... Kendilerine hediye edilen en kıymetli halı, seccade, tesbih, kalem, kumaş ve emsali en nadide paha biçilmez eşyayı günü gününe ehlini bulup vermek, en büyük zevklerinden birini teşkil ederdi.
Hülasa güneş gibi ummanlar gibi sehavet ve merhamet merkezi idi. Bir kişi kendilerine müracaat etsin de eli boş dönsün imkansızdı.
Ceplerinden ellerine geçen meblağ ne kadar büyük miktarda olursa olsun, tereddüt etmeden verirlerdi.

PEYGAMBERİMİZ (SAV)’E MUHABBETİ
Muhterem (SAV)’e Hazretleri salât-ü selama çok devam ederlerdi. Hülasa; yemekte, içmekte, giyim adabında, yolculuklarında; hazerde, seferde, beşeri münasebetlerde, aile hayatlarında; Namaz, Oruç, Hac gibi ve sair hususlarda ve sayıya gelmeyen adâblarda Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretlerini nihayetsiz derin bir aşkla rehber edinmişlerdi.
Allah Teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur:
-“Kim Rasüle itaat ederse, muhakkak Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80)
Habibim de ki:
-“Eğer Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçunuzu örtsün. Çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir. (Al-i İmran 31)
Allah’ın seadetine nail olmak isteyen her Müslüman; ahlak, ibadet ve muamelatında Fahr-i Kâinat Efendi’mizi taklid etmekle mükelleftir.
 

HELAL KAZANMAYA ÇOK İTİNA GÖSTERİRDİ
1953 senesinde, İstanbul’a teşrif ettiklerinde, Tahtakale semtinde bulunan ve kendisini sevenlerden bir müessese sahibi, defterlerinin muhasebeciliğini yapması için ricada bulunmuşlar. Hoca efendi, hemen kabul etmemiş bu teklifi. Evvela o müessesenin defterlerini tetkik etmişler.
-“Alışverişleri nasıl?” “Meşru mu?” “Yoksa karışık mı?” “Faizle alakası var mı?” “İhtikârı ve bazı yolsuz hareketleri var mı?” diye.
Bu gibi hususları iyice tetkik ve tespit ettikten sonra müessese sahibini yapılması gerekenleri, yerine getirmesi için ikaz etmişlerdir. Tam arzuları, istekleri tahakkuk ettikten sonra muhasebecilik vazifesini deruhte etmişlerdir.
Hocaefendi kendilerinden nasihat ve öğüt almak için ziyaretlerine gelenlere ilk sualleri, “mesleklerini ve helal haram hususuna dikkatli olup olmadıklarını” sormak olurdu, daha sonra başka bilgiler alırdı. Bu bilgileri aldıktan sonra muhataplarına gerekli nasihatleri yaparlardı.
Helal kazanç, dinimizin ve dürüst olmanın temeli olmuş oluyor. Bir kimsenin temiz, ihlas sahibi, istikamet ehli olduğunu anlamak ister isek, onun kazancının, alınteri ile helal olup olmadığına dikkatli oluruz.
Bir adamı Hz. Ömer (r.a.)’a övüyorlardı. Hz. Ömer (r.a.) sordu.
-“Onunla alışveriş ettiniz mi? Komşuluk yahut yolculuk yaptınız mı?” sualine ‘Hayır’ cevabını aldıklarında;
-“Demek sizin o adam hakkında bilginiz yok” buyurmuşlardır.
Bütün Peygamberân-ı izâm, sahabe-i kirâm, kibar-ı ehlullah hazeratı, hep helal lokma ile gıdalanmışlar, helalden gayrısından kaçınmışlardır. Bir insanın muttaki olduğunu, yaptığı nafile ibadetlerle değil, muamelatının temiz, kazancının helal olup olmadığından anlarız.
Muhterem Üstaz hazretleri, “istikamet farz-ı daim” buyururlardı. Diğer ibadetlerin muayyen zamanları olur.
Fakat istikametten bir an ayrıldı mı, insan hem dinini, hem ihlas üzere işlediği amellerini, hem iz’anını, hem de irfanını kaybeder, hüsrana uğrayanlardan olur.
Allahü teâlâ muhafaza eylesin!

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23