• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

İslam adına konuşurken usul ve üsluba dikkat!

25 Ekim 2014
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Allah’a davet edenler, İslam’a insan kazandıracak olanlar, tatlı söz ve hikmet seçeneği üzerinden yol almalıdır. Bütün imkânları en iyi ve en ihlaslı şekilde kullanmaktır. ‘Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.’ (2 Bakara, 185)

Allah’ın dini İslam kolaydır, kolaylığı emretmiştir. Mü’minlerin gevşeklikle kolaylık arasındaki ayrıma dikkat ederek kolaylıktan yana tavır koymaları gerekmektedir. Aile içi ilişkilerde, nesil yetiştirmede, siyasette, toplum düzeninde, kolaydan yana olmak İslam’ın şiarıdır. Kur’an, Allah Teâlâ’nın bize kolayı istediğini, zorluk murat etmediğini bildirmektedir. ‘Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.’ (2 Bakara, 185)

Peygamber Efendimiz de ‘Kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz. Zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz’ şeklinde ikazda bulunmuştur. Kendisi de iki şeyden birini tercih edeceği zaman günah olan bir iş olmadığı sürece kolay olanı tercih etmiştir. Şu emri, kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlara hitap etmektedir. Nefislerimize ağır gelse de gelmese de yolumuz yordamımız bu olmalıdır: ‘Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret ettirmeyin!’ (Buharî)

Mü’minler olarak, evde çocuklarımıza, iş yerinde çalışanlarımıza, nasihat ettiklerimize ve kendimize karşı, keyfimize esir davranma aşırılığı ile keyfimize göre zulmetme gerginliği arasında mutedil yolu bulmaya mecburuz. Din adına nefret ettirmenin, normal bir nefret ettirme olmayacağını da mı anlayamayacağız. Dediğimizi yaptıramadığımız için gerilen sinirlerimizi, Allah adına gerilmiş göstermeye bir hakkımız var mı? Kazandırdıklarımız veya kazandıklarımızın bizi mutlu etmesi kadar gerekli bir alaka da kaybettiklerimiz, ittiklerimizin akıbeti üzerinden olmalıdır. Bu Ümmet, kaybetme Ümmet’i değildir. Kazanmak ve kazandırmak için gelen ‘Orta Ümmet’tir. 

Dinimizin zorluk dini olmayışının tabii gereklerinden biri olarak ‘meşakkatle ve zoraki’ iş yapmanın da teşvik edilmediğini söyleyebiliriz. Evet, Allah yolunda eziyete katlanmak vardır. Allah yolunda yalın ayak yollara düşmek ashap kalitesinde bir ameldir ancak alternatifsiz bir işten dolayı meşakkate katlanmakla meşakkati alternatif haline getirmek aynı şeyler değildir. Konuşurken bile zorlanarak konuşmaya karşı ciddi bir ikaz vardır.

Resûlullah Efendimiz ashabına yaptığı bir ikazda üç defa art arda ‘lüzumsuz zorlama yapanlar helak olmuştur’ buyurmuştur. (Müslim)  Bu gereksizlik, konuşurken, ibadet yaparken, aile düzeni yürütürken, talebe yetiştirirken, mescitte mü’minlere namaz kıldırırken, imanımızla baş başa bulunmamız gereken her yerde geçerlidir. 

Dinî yaşayışta tedric/teenni (basamaklandırma) mutlaka olmalıdır. Elbette, Veda Hutbesi’nden sonra artık Mekke dönemine göre on üç yıl, sonra da Medine dönemine göre on yıl yaşayıp ardından da bütünüyle İslam’a geçiş gibi bir program teklif bile edilemez. Din olduğu gibi yaşanacaktır ama Allah Teâlâ’nın bizim için koyduğu basamaklara neden basıp o şekilde çıkmayalım?

Farzlar var, vacipler var, müstehaplar var. Farza karşı gösterdiğimiz titizliği müstehaplara göstermek bir abartıdır. Önce farzlar eda edilir. Onlarda doyum noktasına gelindiğinde yani farzlar hayat programımızda tabii bir hal aldığında farzların altındakilere geçilir. Bu bir basamaklandırmadır. Bu basamaklandırmayı da bizzat Allah ve Resûl’ü yapmıştır, bir Müslüman’ın farzlar konusunda yalpalaması varken nafilelere yoğunlaşması bir şeytan tuzağı değil midir? İşçi hakkının geciktirilmeden verilmesi bir farz iken, umrenin tuzak olmadığını kim söyleyebilir? Bu farzlar örneği, tersten bakıldığında haramlar için de geçerlidir.

Müslüman, dininin tamamından sorumludur ama elinden gelmeyeni yapamayabilir. Allah Teâlâ, kullarını yapamadıklarından dolayı muaheze etmeyeceğini vaat etmiştir. Buradaki tek ince çizgi, ‘yapamama’ anlayışında çizilidir. Yapmamakla yapamamak arasında kalan amellerin aslında hangi kelimenin içinde olacağını sadece Allah Teâlâ bilebilir. Bu bir imtihan noktasıdır; o imtihan, kulun kalbi ile Rabbi arasındaki münasebetle takip edilebilir. Bu da ancak Allah Teâlâ’nın işi olur.

Ameller arasında bir önemli/öncelikli ayrımı kesinlikle olmalıdır. Müslüman, namaza da zekâta da Allah’ın emri olarak bakar ama ezan okunduktan sonra zekâtla meşgul olmaz. Zekât vakti gelince de yurt dışında sıla-i rahim gezisine çıkmaz. Önemli/öncelikli ayrımı yapamayan Müslüman, çok işler becerebilir becermesine de becerdiklerinin kime yaradığını bilemez. 

İbadetlerde çokluk yerine ihlas kalitesi aranır. Ne yoğun, ne çok yerine ‘ne ihlaslı’ demeye alışmalıyız. İnsan kaldırabileceğinin altına girmelidir. İnsan zayıftır; uykuya, yemeğe, havaya, dinlenmeye ve pek çok şeye muhtaçtır. Bir de her bünyenin kapasitesi farklıdır. Herkesin Halid veya Ömer olması gerekmiyor ama herkeste Halid ve Ömer heyecanından bulunması gerekiyor. Kesinlikle Allah Teâlâ bizim için hafif tutma yönünü tercih etmiştir. ‘Allah, yüklerinizi hafifletmek ister. Çünkü insanoğlu yaradılış itibariyle zayıftır, âcizdir.’ (4 Nisa, 28)

Allah’a davet edenler, İslam’a insan kazandıracak olanlar, tatlı söz ve hikmet seçeneği üzerinden yol almalıdır. Bütün imkânları en iyi ve en ihlaslı şekilde kullanmaktır. Mü’minler olarak biz, İslam ile insanı buluşturmakla mükellefiz. İslam ile insan arasındaki engelleri kaldıracak, her faaliyete de adını yazdıracak adamız biz!

(Devam edeceğim İnşaallah)

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23