• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Hasan Karakaya
Hasan Karakaya
TÜM YAZILARI

6-8 Ekim’in perde arkası... Çözüm Süreci’nde PKK-HDP yalanları!

23 Ekim 2014
A


Hasan Karakaya İletişim: [email protected]

“Akil İnsanlar Heyeti” toplantısına, kaldığımız yerden devam... Dün, “Akil İnsanlar Heyeti”nde yer alan arkadaşların, “görüş, öneri, eleştiri ve itham”larını aktarmış ve “Bütün bu eleştiri, öneri ve ithamlara, Sayın Davutoğlu’nun da bir cevabı vardı” demiştim...

Dolmabahçe Sarayı’ndaki “11 saatlik toplantı”nın “9 saat”inde arkadaşlar konuştu. Ve Sayın Başbakan, bütün konuşmaları büyük bir “olgunluk”la, “sabır”la ve hiç kimsenin sözünü kesmeden dinledi... Toplantısının sonunda, hem “ufuk açıcı”, hem “bilgilendirici” ve hem de “bilgece” bir konuşma yaptı ki, bu konuşma; hem “eleştirilere cevap”tı, hem de “yanlış bilgi ve algıları düzeltici” bir manifestoydu...

Evet, ben de “Akil İnsanlar Heyeti” mensubuyum ama aynı zamanda “gazeteci”yim... Gazetecinin görevi de, “tarihe not düşmek”tir.

Dün aktardığım konuşmalar ve bugün aktaracağım Sayın Davutoğlu’nun konuşması da, “tarihe not düşülmesi gereken konuşmalar”dı... Ki, gelecek kuşaklar, “Çözüm Süreci”nde kimlerin neler yaptığını, neler dediğini, “algı”ların ve “gerçek”lerin neler olduğunu bilsin... Bu süreçte kim “haklı”dır, kim “haksız”dır, kamuoyu bunu da bilsin!..

TARİHE NOT DÜŞMEK İÇİN!

Herkesin bildiği ve duyduğu gibi; Başbakan Ahmet Davutoğlu, “19 Ekim 2014 Pazar” günü, Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı “açılış konuşması”nda; “Çözüm Süreci’nin, hukuk sisteminin bir parçası haline geldiğini”, bu sürecin iki anahtarının “Tarihdaşlık ve Vatandaşlık” olduğunu ve yine Çözüm Süreci’nin “millî, yerli, özgün ve bize ait” olduğunu, “kuşatıcı ve kapsayıcı olduğunu, konjonktürel değil, tarihî ve stratejik bir proje” olduğunu, Çözüm Süreci’nin “Bölgenin tek hikâyesi” olduğunu, “Akil İnsanlar Heyeti”nin de, “Çözüm Süreci’nin aslî unsurları” olarak görev yaptığını söyledi.

Bunlar “açılış”ta söyledikleri.

Peki, “kapanış”ta neler dedi?..

Arkadaşlardan bazıları, bu konuşmanın bir bölümünü; gerek yazılarında, gerek televizyon programlarında dile getirdiler... Ben ise; aklımda kaldığı ve aldığım notlar kadarıyla bu konuşmanın geri kalanını hem sizlere aktarmak, hem de “tarihe not düşmek” istiyorum...

AKİLLERİN RAPORU NE OLDU?

Sayın Davutoğlu; “Akillerin raporu dikkate alınmadı” yönündeki eleştirilere cevap verirken, “Tam aksine” dedi; “Akillerin raporu 30 Eylül 2013’te açıklanan Demokratikleşme Raporu’nda yer aldı... Yani, o rapor kulak ardı edilmedi.”

“Gerçek” de buydu...

Gerçekten de; “Akiller Heyeti”nin raporu “Demokratikleşme Paketi”nde yer aldı ve taleplerin çoğu, uygulamaya bile geçirildi.

Buyrun, Akiller’in önerdiği, Hükümet’in de hayata geçirdiği “reform”lardan bazılarına bir bakalım:

l Özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önü açıldı. 

l Kamu kurumlarında uygulanan başörtüsü yasağı kaldırıldı. 

l Öğrenci andını zorunlu olarak okuma uygulaması kalktı. 

l Köy isimlerinin değiştirilmesinin önündeki engel kalktı. 

lFarklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda yapabilme imkanı sağlandı. 

l Yaşam tarzına saygı, Türk Ceza Kanunu’yla güvence altına alındı. 

l Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin süresi uzatıldı.

l Siyasi partilere devlet yardımında baraj yüzde 7’den 3’e düşürüldü. 

l Eş Başkanlığın önü açıldı. 

l Nefret suçları için ceza arttırımı getirildi.

l Kişilerin bireysel ibadetlerinin ve inanç gereklerinin engellenmesine yaptırım getirildi. 

Demek ki, neymiş?..

Öneriler, sümenaltı edilmemiş... Bazı arkadaşlar; ya “kendi raporlarının takipçisi” olmamış ya da hâlâ “önyargılı”lar!..

SÜRECE DIŞ KÖSTEK

Her neyse...

Gelelim “süreçteki aksama”lara...

Sayın Davutoğlu; “Hükümet’in, verdiği sözleri tuttuğunu, PKK’nın ise değişik pazarlıklar içine girdiğini” söyleyip, ekledi:

“PKK’nın silahlı unsurları geri çekilmediği gibi, silâh da bırakmadı. Ama biz, “Aman Çözüm Süreci zarar görmesin” diye, bunu sineye çektik.

Onlar sözlerini tuttular mı ki, bugün suçlanan biz oluyoruz?..

PKK liderlerinin son birbuçuk yıl içinde hangi ülkelerle neler konuştuğunu, hangileriyle ne pazarlıklar yaptığını biz çok iyi biliyoruz.

Tabiî, sadece Kürt aktörler değil, bu işin dış boyutu da var.

Bizim Kürtlerle anlaşmamızdan, Barzani ile görüşmemizden birileri fena halde rahatsız oldu ve Kuzey Irak petrolünü satmamıza engel oldular!

İmralı’ya da, Kandil’e de gönderdiğimiz mesaj şuydu:

Kamu düzeni sağlanmalı.

Onlar da; 15 Ekim’e kadar tek bir illegal faaliyet kalmayacağına dair teminat verdiler... Kararın da, tarihin de kesin olduğunu söylediler!

Peki, bu olanlar ne?..

Sözlerinde durmadılar!”

MUTABAKATA RAĞMEN!

Sayın Davutoğlu, krizi çözmede “kalıcı” olanla “arızî” olanın birbirinden ayrılması gerektiğini, “krizin içinde boğulmamak” için, bazen “krizin üzerine çıkmak” lâzım geldiğini ifade edip, dedi ki;

“6-8 Ekim’deki vandallıklardan, yakıp-yıkmalardan dolayı, yine de karamsarlık içinde olmayalım.

Çünkü bu, arızî bir durumdur.

Azgın dalgalara rağmen, nehrin yarısını geçtik, artık geri dönemeyiz... Çözüm Süreci’ne inancımızı sarsmamaya çalışıyoruz.”

Gördüğünüz gibi, Sayın Başbakan, “sürecin devam ettirilmesi” konusunda son derece kararlı... Tek beklediği, “dürüstlük, samimiyet ve verilen sözlerin tutulması!”

Sayın Davutoğlu; özellikle “Kandil”in, son 1,5 yıl içinde, çeşitli ülkelerle yaptığı “görüşme”ler ve “pazarlık”lardan haberdar oldukları için; “6-8 Ekim olaylarını beklediklerini ama bu derece olacağını beklemediklerini” söyledi.

Peki, neydi o “beklenmeyen?”

Soruya cevap verebilmek için “3 Eylül” gününe gitmek gerekiyor...

Bazı “Akil arkadaşlar”ın, birkaç gündür yazıp, söylediği gibi, 3 Eylül’de, Hükümet bir “yol haritası” çıkarıyor... Bu yol haritasında; “Karşılıklı hangi adımlar atılacak ve ne zaman atılacak?” konuları, tek tek bir “takvim”e bağlanıyor.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan, çıkarılan “yol haritası”nı görüşmek üzere İmralı’ya gidip, Öcalan’la görüşüyor... Öcalan’la, “yüzde yüz mutabakat” sağlanıyor!..

HDP milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, Öcalan’ın da mutabakatı alınan bu yol haritasını alıp, Kandil’e götürüyor...

Kandil de “kabul” diyor!..

Tarih, 10 Eylül 2014...

Kandil dönüşü bizzat Başbakan Davutoğlu süreci hızlandırmak ve kendi kulağıyla duymak için, Buldan ve Önder’le görüşüyor. 

Başbakan’ın “Biz bu adımları atarız, peki yol kesmeleri, adam kaçırmaları, vergi toplamaları, şehir dışında çadırlarda yargılamaları bitirip kamu düzenine aykırı işler yapmamanın garantisini veriyor musunuz” diye soruyor... Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, Başbakan’a “garanti” veriyor:

“15 Ekim’e kadar Türkiye’de illegal tek bir faaliyet kalmayacak, iki hafta içinde değişimi göreceksiniz.” 

Sizin anlayacağınız;

Çözüm süreci; “Resmî Gazete’de yayınlanan o belge”den ibaret değil... Bilinmeyen gizli bir yol haritası da söz konusu değil... Doğrudan hem İmralı, hem Kandil tarafından onaylanmış, karşılıklı atılacak adımların tek tek sıralandığı, müzakere edilip üzerinde anlaşılmış bir metin var ortada. Yani çözüm süreci; bizim zannettiğimizden de ileri bir aşamada ilerliyor.

NİYE İSYAN ETTİLER?

Şimdi, diyeceksiniz ki;

Varılan “mutabakat”lara, verilen “söz”lere rağmen, “6-7-8 Ekim’deki isyan girişimi”ne nasıl gelindi?

Evet, adına “vandallık” diyelim, “kalkışma” diyelim, “isyan provası” diyelim; o “kâbus dolu 3 gün”de şehirler niye yakılıp-yıkıldı, “İsrail askerleri ve IŞİD militanlarını aratmayan” saldırılarla; “ambulans”lar niye yakıldı, “okul”lar ve “dershane”ler niye yakıldı, “Kur’an-ı Kerim”ler niye ateşe verildi, 40 civarında insan niye öldürüldü?..

Öyle ya; “İmralı” da, “Kandil” de, HDP tarafı da, “illegal bir faaliyet” olmayacağına “söz” vermişlerdi!..

O halde, bu “yakıp-yıkma”lar, 16 yaşındaki Yasin Börü’leri; “IŞİD ve İsrail askerlerinden bile vahşice” katletmeler, Bingöl’de “polise pusu” kurup şehit etmeler neyin nesi?..

Gösterdikleri tek “bahane” şu:

“Türkiye’nin Kobani politikası ve Kobani’ye yardım koridoru açılmaması!”

Peki, “gerçek” ne?..

Sayın Davutoğlu’nun, “11 saatlik toplantı”da verdiği bilgiler; “İşler bildiğiniz gibi değil” dedirtecek derecede; hem şaşırtıcı hem de “bu kadarına da pes” dedirtecek cinstendi.

HEM RET, HEM İSYAN!

Başbakan Ahmet Davutoğlu; “Tezkere öncesi Selahattin Demirtaş ile görüşme”sinde; tezkerenin “Çözüm Süreci’ni engelleyen değil teşvik eden”, dahası; “Kobani’yi de ilgilendiren” maddelerini Demirtaş’a iletmiş... Demirtaş; “Biz bunları fark etmedik” demiş.

Davutoğlu, o görüşmede Demirtaş’tan “tezkereye karşı çıkmamalarını” istemiş... Demirtaş da, bu görüşmeden memnun olarak ayrıldığını açıklamış...

Sonuç malûm:

“BDP’den tezkereye hayır!”

Peki, Kobani için hükümet HDP’ye neler önerdi, masaya neler geldi? Ve Kürt siyaseti bu tekliflere ne cevap verdi?

l Özgür Suriye Ordusu’nun Kobani’ye girmesi:  Hayır.

l Peşmerge’nin girmesi: Hayır.

Ve son olarak; sınırdan Türkiye’ye geçmiş 300 YPG’liye Kobani’ye geçmek isteyip istemedikleri tek tek sorulmuş. Sadece 64’ü geçmek istediğini söylemiş ve onlar Kobani’ye dönmüşler.

Yani Türkiye üzerinden Kobani’ye yardım ve yardım koridoru alternatiflerinin hepsi masaya gelmiş ama PKK/HDP cephesi bu tekliflere olumlu bakmamış!..

Anlayacağınız;

Kobani meselesinde görüşülmemiş, masaya gelmedik öneri kalmamışken serhildan kararı verildi ve olaylarda en az 40 insan hayatını kaybetti.

OLAYLAR NASIL KESİLDİ?

Gördüğünüz gibi:

Hükümet; “aksama, tıkanma, yol kazası” olmaması için elinden geleni, hatta daha fazlasını yapmış.

Ama, tablo ortada:

“Kâbus dolu 3 gün!”

Peki, HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ın; “Gezi eşittir Kobani” şeklinde ifade ettiği olaylar, daha doğrusu “isyan” girişimi nasıl sona erdi?..

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, bu konuda yaptığı “analiz” enteresandı:

“Bazı heyet üyelerinin iddia ettiği gibi, olayları bitiren; Öcalan’ın Kandil’e gönderdiği mektup değildir!.. Olayları bitiren devletin gücü de değildir!.. Olayları bitiren; toplumun Çözüm Süreci’ne olan inancı ve Kürt aktörlerin, kendi meşruiyetlerinin de altını oyduklarını görmeleri olmuştur.”

Gerçek de bu olsa gerek...

Zira; bölgede, “özellikle Müslüman halkı” hedef olan, insanlık dışı “zulüm”leri yapan “İsrail askerleri veya IŞİD militanları değil PKK’lılar” olmuş ama şükürler olsun ki, olaylar daha fazla büyümeden durmuştur.

“Ateşe verilen il ve ilçeler”in halkı eğer bu “isyan”a katılsa ve “vandallık”lara destek verseydi; bugün, herhalde “Çözüm Süreci”nin yerinde yeller esiyor olacaktı... Bu da; “Kürt’ün Kürt’e İhaneti” olarak, herhalde tarihe geçerdi.

PYD’NİN İKİYÜZLÜLÜĞÜ!

Sayın Davutoğlu’nun açıklamaları, sadece bunlardan ibaret değildi... Daha başka “bilgi”ler verdi, “tesbit”ler yaptı ki, onları da özetle aktarmak istiyorum:

l “Suriye’den gelen ilk grup, binlerce Kürt’tür... PYD’den kaçmışlardır!”

lRojava, kesinlikle Esad rejimi desteklidir... Orada Kürt hakimiyeti filan yok!”

l “PYD’ye rejimle bağını kesmesini ve Özgür Suriye Ordusu’na katılmasını tavsiye ettik, kabul etmediler... Gidip, Esad’la temasa geçtiler... PYD, o günlerde ÖSO ile birlik olsaydı, bugün IŞİD’e karşı hep birlikte savaşırlardı.”

l “Özgürlükleri alabildiğine yaygınlaştırdık ama 6-8 Ekim olayları oldu... Maalesef oldu!.. Demek ki, özgürlük yetmiyor!”

l “6-8 Ekim’de hangi dükkânlar, hangi yatırımlar ve hangi evler, niye hedef alındı?.. Meselâ A-B-C’ye dokunulmuyor, 4. dükkân ateşe veriliyor!.. Niye?.. Çünkü onlar AK Parti’ye yakın ya da PKK karşıtı kişilerin dükkânları!..

Bu olaylara gençlerin heyecanı diye bakanlar, o gençlerin plânlı yakmalarını nasıl izah ederler?.. Hâlâ masum eylem mi diyecekler?”

l “Bir gösterici maske taktığı andan itibaren, suç işlemeye karar vermiş demektir... Sana; gösteri yapma, protesto etme diyen mi var?..”

l “Bingöl’deki polislerin vurulması olayı, tam bir provokasyondur... Bu olayda, savcının tavrını da sorgulamak gerekir... Olay; derin devletin filan değil, PKK’nın işidir!”

l “Şimdi Kobani’ye silâh yardımı yapılmasını isteyen PYD, daha bir yıl önce Özgür Suriye Ordusu’na silah verilmemesi için bastırıyordu!”

l “Halep’te Kürt mahallesi Suriye ordusu tarafından bombalanırken, PYD Esad’a destek veriyordu!”

l “Kobani’ye gidecek olanların engellendiğini iddia ediyorlar... 300 kişi geldi ama 64’ü geçti... Ne yapalım, zorla mı geçirelim?”

BAŞKA TÜRKİYE YOK!

Başbakan Ahmet Davutoğlu, tüm bu açıklamalarının sonunda, “Akil İnsanlar Heyeti”ne seslendi ve dedi ki;

“Eğer 6-8 Ekim olayları olmasaydı, sizden çapraz ziyaretler yapmanızı isteyecektim... İç Anadolu heyetinin HDP ile, Güneydoğu heyetinin de CHP ve MHP ile görüşmesini talep edecektim...

Bütün olan-bitene rağmen, sürecin olumlu yürüyeceğine inanıyorum... Sizler de ümitsiz olmayın... Açıklamalarım sizi tatmin etmiş ise; sizlerden şunu bekliyorum: Yanlış olana karşı birlikte olalım.”

Evet, Sayın Başbakan’ın son sözü bu oldu: “Yanlış olana karşı birlikte olalım... Çözüm Süreci’ndeki kararlılığımızın devam ettiğini de kamuoyuna duyurun!”

Sadece bu talebi yerine getirmiş olmadık, aynı zamanda tarihe not düşmüş de olduk. 

Bu “gerçek”lerden sonra, umarım ki; PKK, PYD ve HDP’liler; akıllarını başlarına alırlar, “verdikleri sözleri” tutarlar, 6-8 Ekim’deki “isyan”ları tekrarlayıp, “halkın sabrı”nı zorlamazlar!..

Unutmasınlar ki;

“Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti devletidir ve Türkiye, nevzuhur bir ülke değildir!”

Dahası, “başka Türkiye” de yok!..

“Dış kışkırtmalar”a karşı,

Herkes uyanık olsun!..

******************************************************************

“Kara” demek “siyah” demek değil, “büyük” demektir!

“Kara” kelimesinin “siyah” demek olduğunu zanneden “Paralelci zavallı yazar”lardan biri, geçenlerde şöyle yazmış:

“AKP cenahında işler, bazen şaşırtıcı biçimde ismiyle müsemma kişiler tarafından yerine getiriliyor.  

Mesela havuz medyasında yapılan iş nasıl kara propaganda ise, o propaganda işlerini yürüten adamların soy isimlerinde de hep “kara” kelimesi var!  

Örneğin, Mustafa Karaalioğlu, Hasan Karakaya, İbrahim Karagül…  

Bir de bunlara “Evet kara propaganda yapabilirsiniz” anlamında fetva veren biri var; onda da kara var: Hayrettin Karaman!”  

Bu adama “ebleh” desem, anlamını bilmez!.. “Dunkof” desem, sözlüklerde anlamını araştırır! “Gerzek” desem, zaten anlamaz!.. “Cahil” desem, “malûmu ilâm” etmiş olurum!..

Ama, “sevabına”, küçük bir “dil dersi” vereyim kendisine!.. Behey aptal, “kara” demek, sadece “siyah” anlamına gelmez... Türkler; “Ulu, Yüce, Yüksek” anlamında kullanmışlardır “kara”yı... Mesela, Afyonkarahisar... Kara ismi; “kalenin kara taşları”ndan dolayı değil, “yüce, yüksek hisar” anlamında kullanılmıştır!

Ya da Karadeniz... Ne yani; Karadeniz’in suyu “siyah” olduğu için mi verilmiştir bu ad?.. Yoksa, “büyük”lüğünü anlatmak için mi?..

Bu kadar ders yeter mi?!?..

Sen, “katran karası” suratına bak!

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23